Aniden bir uğultu duyuluyor. Kamyon kontrolden çıkmak üzere. Gerisini dün Bolu Dağı Geçişi'nde kamyonunun başında rastladığım Kadir Kaptan'dan aktarıyorum:
"Dingil kırıldı zannettim. Koca kamyon altımdan gidiyordu. Bir ara arka tekerlekler aşağıda kaldı. Yüklendim, düzlüğe doğru çıktım. Önümdeki engeli aşınca aşağı inip etrafa baktım. Ortalık zifiri karanlık. Kamyonun arkasından sesler duydum. Baktım ki yol kaymış. Arkamda bir kamyon daha vardı. Halatı benim kamyona bağlamış bile. Direksiyona geçtim. Onu da çekip çıkarttım. Sonra trafik polisleri geldi. Bana su verdiler. Deprem olduğunu o sırada öğrendim. Ekip otosuna atlayıp Kaynaşlı'ya, ailemin yanına gittim." Kadir Kaptan depremden 42 saat sonra 14 AK 012 plakalı kamyonunun başına gelmiş. Tomrukların sahibi Vecdi Keskin'le birlikte aracı çalıştırmak için uğraşıyorlardı. Kadir Akar, dünkü SABAH'ın birinci safyasında fotoğrafını gördüğünüz yol göçüğünden kılpayı kurtulmuştu.
Kaynaşlı girişindeki meydan ana baba günü. Ne ararsanız, kimi isterseniz var. Yüzlerce asker, Fransız Kızılhaçı, Yunan yardım ekipleri, Yunan MEGA TV muhabirleri, Türkiye Şoförler Federasyonu görevlileri, İstanbul Eczacı Kalfaları Derneği gönüllüleri, başka sivil toplum kuruluşları...
Küçücük meydanda bir sürü çadır. Biri belediye, diğeri eczane, kriz merkezi... Orta yerde kullanılmış bir sürü giyim eşyası. Çoğunun paçavradan farkı yok. Hemen yandaki yığın çadır malzemeleri. Az ötede battaniye dağıtılıyor.
Curcunayı seyreden bir albay yakınıyor: "Bu kez bolluktan işimiz aksıyor. İhtiyaç olmadığı halde buraya koşup gelen o kadar çok yerli, yabancı gönüllü var ki... Adam Avrupa'dan kalkmış gelmiş, git de diyemezsin. Mecbur ilgileniyoruz ama işimiz aksıyor."
Düzce'de de hasar ağır. Evi yıkılan, yıkılmayan Düzceli bir çadır bulup sığınmış. Hemen hemen her boş arazide irili ufaklı çadırkentler göze çarpıyor.
Cedidiye, yeni blokların bulunduğu bir mahalle. Yan yatmış apartmanların arasında bir çadırkent var. Çadırını temizlemeye çalışan 40 yaşlarında bir hanım gözleri dolu dolu anlatıyor:
"Evim 17 Ağustos'ta hasar gördü. Kolonlar çatladı. 5 gün öncesine kadar çadırda kalıyorduk. Mühendisler gelip hasar tespiti yaptılar. Sıva çatlağı dediler. İtiraz ettik, dinlemediler. 5 gün önce bizi çadırlarımızdan zorla attılar. Direndik ama ipleri kestiler. Şimdi yine sokaktayız. Eski çadırım bundan iyiydi. Soruyorum size bu çadırda kış geçer mi?"
Aynı hanım, karşıdaki apartmanı gösterip devam ediyor:
"Bu bina için önce yıkım raporu verdiler. Sonra orta hasarlı deyip, tamirine izin verdiler. Binanın sahibi, tamir ettirip daireleri kiraya vermeye hazırlanıyordu. Görüyor musunuz, Cuma gecesi tamamen yan yattı."
Gazetelere TV'lere demeç veren uzmanlar ayrı tellerden çalıyor. Biri "Deprem Doğu'ya yöneldi" derken, diğeri "Batı'ya hareket ediyor" görüşünde. Bir başkası "Batı'ya gidiyor ama İstanbul'a değil İmralı'ya doğru" diye diretirken, öteki "İstanbul tehlikede" diyor.
Prof. Işıkara, Prof. Barka, Prof. Şengör gibi isimler güven telkin ediyor. Ama TV'lere yeni yeni çıkan bazı uzmanlar var ki... Hani Amerikalılar'ın "Bu adamdan kullanılmış oto alınmaz" dediği tipleri andırıyorlar. Karmaşık bir terminolojiyi saldırgan bir üslupla anlatıyorlar. Diğer bilimadamlarını cahillikle, bulguları paylaşmamakla suçluyorlar.
Prof. Barka'yı dün sabah TV'de izledim. "Medya her önüne gelene mikrofon tutmasın. Önce geçmişte ne yaptıklarına baksın" diyordu. Bence haklı.
Bu noktada devlete düzen iş bir Deprem Araştırma Kurulu oluşturarak Marmara'nın altında neler olduğuna bakmak. Güvenilir bilimadamlarından, gerekirse yabancı uzmanların da katılımıyla oluşturulmalı bu kurul. Çünkü Marmara, belki de Japonya dışında dünyanın en yoğun yoğun yerleşimine sahip deprem bölgesi. Ve durmaya da niyeti yok.