Panik yapmadan
KAYNAŞLIPazar, saat 13.00... Düzce'de, Hükümet Konağı'nın önünde ateş yanıyor... Hükümet Konağı "hasarlı." Konağın önüne çadırlar kurulmuş.
Çadırların önünde insanlar...
Ateş yakıyorlar.
Pazaryeri'nde de "görüntü aynı."
Ortada ateş.
Çevresinde insanlar.
Oysa, hava o kadar soğuk değil.
Ama gece öylesine üşümüşler ki...
Sokak, iliklerine öylesine işlemiş ki...
Güpegündüz ateş yakıyorlar.
Isınmaya çalışıyorlar.
***
Kaynaşlı'da gördüğümüz bazı "manzaralar" can sıkıcı.
"Ortaya" eşya yığılmış. Herkes "işine yarayacak bir şey" arayacak.
Bulursa alacak.
Ama "bulan... Alan... İlgilenen" çok az.
Zira ortadakiler "çul... Çaput... Paçavra" "Kimileri" yardım adı altında "çöpe atılacak" terliği... Pabucu... Eski, püskü, yırtık giyeceği deprem bölgesine göndermişler.
Yardıma tabii ki "evet."
Ama depremin yaraladığı insanların bir de onurlarıyla... gururlarıyla oynamaya "hayır."
***
Hastanenin bahçesindeyiz.
Her şey öylesine mükemmel ki.
"Çadır eczane"de yok, yok.
Eczacılar da "gönüllüler."
Ambulans deseniz, saymakla bitmez.
Adım başı doktor... Hemşire.
Dedik ki:
- 17 Ağustos'tan sonra devlet eleştirildi... İyi ki eleştirilmiş... Zira... Şimdi... Herkes durumdan vazife çıkarmış...
GATA'dan, genel cerrah, Kıdemli Binbaşı Akif Tan güldü:
- Bu defa da, durumdan biraz fazla vazife çıkarıldı... Baksanıza... Bir hastaya neredeyse kırk doktor düşüyor.
***
Ve şimdi sıra "kahramanların" alkışlanmasında.
"Kahramanlar" Şaziye Hanım'ı, depremden 41 saat sonra, sapasağlam enkaz altından çıkaranlar.
Ali Binbaşı (Şehirlioğlu) "bütün gece uğraştık... Tam 17 saat... Ama sonunda Şaziye Hanım'ı kurtardık" dedi.
Sonra da ekledi:
- Eğer yazacaksanız maden işçilerini yazın... Sivil savunmacıları... ODAK'ı... Ama ille de maden işçilerini...
Sorduk:
- Komutan... ODAK nedir?
- Bir dernek... Sivil toplum örgütü... Olağanüstü Durumlarda Araştırma Kurtarma Derneği.
Adını, sanını bilmediğimiz o kadar çok sivil toplum örgütü var ki.
Hepsi de "bölgenin imdadına" koşmuş.
***
Kaynaşlı'nın meydanındayız.
Ortalık ana, baba günü.
Herkes bir yana koşuşuyor.
Bir köşede "seyyar klinik."
Bir köşede "seyyar postane."
Bir köşede "seyyar mutfak."
Bir köşede "çadırdan belediye."
Bir köşede "çadırdan kriz merkezi."
Bir köşede "çadırdan eczane."
Meydanda "her dil" konuşuluyor.
Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, Yunanca...
Bir Albay'la sohbet ediyoruz.
"Kaos" diyor:
- 17 Ağustos'tan sonra koordinasyon sorunu vardı... Şimdi her şey öylesine mükemmel... Ve yardıma koşan... Yardım malzemesi yollayan öylesine çok ki... Bu defa da "çokluktan doğan organizasyon zorluğu" yaşıyoruz.
H H H
"Güvenilirlik... Saygınlık" araştırmalarında, asker hep "üst sıralarda."
İyi ki "böyle."
Sahi, neden böyle?
Nedenini merak edenler Düzce'yi... Kaynaşlı'yı görmeliler.
Erin, Çavuş'un, Binbaşı'nın, Albay'ın nasıl çırpındığını... Depremzede ile birlikte, aynı tastan, nasıl çorba içtiğini...
***
Ve son söz...
"Sırada yeni bir deprem daha var mı, yok mu" konusunda herkesin kafası karışık.
Herkes tedirgin.
Lüften her "ipini koparan" ortaya çıkıp ahkam kesmesin, panik yapmasın.
Ve bu işin "uzmanı... Yetkilisi... Sorumlusu" konuşsun.