Clinton ve Kıbrıs
Kıbrıs konusunda da İngiliz ve Amerikan çizgileri birbirine oldukça paraleldir. Kıbrıs, AGİT Zirvesi'nde tam değilse bile Başkan Clinton'ın Ankara'da yapacağı görüşmelerde masada herhalde olacak. Ankara'daki ikili, İstanbul'daki çoklu zirveden ne sonuç çıkar?
Bu soruyu diplomatik çevrelerde nabız tutarak değil de, geçmiş zirvelerin tutanaklarına göz atarak yanıtlamak gerek.
Çok uzun yıllar İngiltere'nin yazgısına egemen olmuş Başbakan Thatcher'in ve Amerikan'ın efsanevi Dışışleri Bakanı Kissinger'in anıları, Clinton'ı bilmeyiz ama birçok devlet adamının başucu, yakın diplomasi tarihinin ise el kitabıdır:
Bayan Thatcher anılarının bir bölümünde, "kronik uluslararası sorunları aceleyle çözmeye çalışan Amerikan başkanları"nı anlatıyor:
- Başkan Kennedy iktidara geçer geçmez Sovyet lideri Kruşçev ile görüşmek üzere Viyana'ya gitti. Yaptığı zirve toplantısında işleri daha da arapsaçına çevirdi.
Aynı şekilde Jimmy Carter da henüz iktidarının ikinci ayında Kremlin'e kapsamlı bir silahsızlanma planı sundu. Onunki de fiyaskoyla sonuçlandı.
SINAMA YANILMA
Amerikan Dışışleri Bakanı Kissinger ise, zirveler konusunda oldukça kötümser. Beyaz Saray Yılları adlı kitabında şunları yazıyor:
- Devlet başkanı ziyaretleri büyük bir diplomasi olayı olarak sunulur. Başkanların yanında olanlar ise bu görüşe pek katılmaz. (Çünkü) Diplomasi, tarafların birbirlerinin kararlılıklarını sınamanın bir yolu olan çıkmazlarla uğraşmaktır. Başkanlar buna hevesli olsalar bile çok azının bu kilitlenmiş durumlara çare bulmaya vakitleri vardır. Hem süresi çok kısa olan ziyaretler, hem de çok ağır olan protokol gerekleri buna izin vermez. (sayfa:919.)
Yani, zirveler devletlerarasında sergilenen görüntüsel zırvalar mıdır? Kissinger bu soruya "Hayır" diyor ve ekliyor:
- Zirveler yarattıkları sembolik hava ve alt düzey görüşmelere tuttukları ışıkla, tarafların birbirlerini yakından tartmalarına olanak tanıdıkları için yararlı olabilirler.
ZİRVENİN İYİSİ
Pekiyi zirvede başarılı olmanın yolu nedir?
Bunu Thatcher'in ve Kissinger'in yazdıklarından yola çıkarak yanıtlarsak şöyle:
Devlet veya hükümet başkanları zirve toplantılarını hiçbir zaman şansa bırakmıyorlar. Konuların hemen hemen tamamı toplantıya gelmeden önce bir sonuca bağlanmış oluyor. Zaten, deneyimli devlet adamları sonucun ne olacağını aşağı yukarı belirlemeten hiçbir toplantıya katılmıyorlar.
Çünkü devlet veya hükümet başkanı için bir toplantının yazgısını elinde tutmak çok büyük risk ve sorumluluk taşır.
Zaten zirvelerin birkaç saatlik birkaç oturumdan ibaret olması da bu yüzdendir.
Uzun sürecek olan bir müzakerede, küçük görünen ama sonucu çok etkileyebilecek ayrıntılar üzerinde durulması gerekebilir.
Bunun için hem çok uzun zaman ve hem de emek harcamak gerekir. Ayrıca, derin bir uzmanlık ve ehliyete de gereksinim vardır.
Devlet veya hükümet başkanının ise hem zamanları dardır, hem de bu türden özel uzmanlık ve ehliyet sahibi olmaları da kendilerinden beklenemez.
KAŞ İLE GÖZ
Kronik bir diplomatik sorunun çözümünün zirveye bırakılması oldukça sakıncalıdır. Çıkmaz bir sorunun üst düzeye taşınması yeni ve daha önemli bir krize yol açabilir.
Böyle bir durumda ise başvurulacak başka bir makam da kalmayacaktır. Bu ise tam bir kaş yaparken göz çıkartma hadisesidir.
Zirveye iyi bir ön hazırlık yapılmadan oturulmuş ve karşı tarafın tutumu ve davranışlarıyla ilgili bir ön saptama yapılmamış ise anlaşmazlıklar daha da belirgin ve içinden çıkılmaz hale gelir.
ALTIN KURAL
Peki, Kissinger'in Amerikan başkanlarına bir tavsiyesi var mı?
Var. (Akıllı ve basiretli) Başkanlar çare bulamayacakları bir soruna el atmazlar.
Çünkü bu durumda, kendi kamuoylarının gözünde, ya iyi müzakereci olmadıkları damgası yeme tehlikesi ya da yeterli kararlılık gösteremedikleri yönünde bir suçlamaya hedef olma riski vardır.
Kıbrıs, 1974'ten bu yana çoğu iki kez görev yapan 5 Amerikan başkanı gördü. Hiçbirisi de Kıbrıs sorununu çözemediği için suçlanmadı. Bu kural, hiç kuşkusuz ailece Türkiye'de ağırladığımız "Sayın Konuk" için de geçerli olacaktır.