En hayalsiz gerçekçi, en inançsız nihilist, en kuru pozitivist bile ara sıra çocukluğundan bir sayfayı hatırlar.
Gözlerinin önünde bir yer sofrasıyla bir saksı sardunya, kulaklarının derinliğinde uzaklardan yansıyan bir yoğurtçu sesinin garip ahengi uyanır:
- Çocukluğum, der.
İçini çeker, bir sigara yakar.
En vurdumduymaz görünenlerin, duygusuzluklarıyla en çok övünenlerin bile gönlünde, yitirilmiş bir sevgilinin silüeti kımıldar.
Ara sıra bir deniz kıyısı, ara sıra yıldızlı bir gece, ara sıra eski tanıdıklardan gelen içtenlik dolu bir mektup, karşınızda bir an için mutluluğun kapılarını açar:
- Ah, ne güzel, dersiniz. Ah ne iyi, dersiniz.
Bir kadın bakışına yaşamını, çek imzalar gibi imzalayabileceği bir tek günü olmamış insan var mıdır?
Bunlar küçük şeylerdir. Bunlar sık sık anlatılmayan şeylerdir. Hatta bunlar, duygulu ve güçsüz görünmemek için başkalarından saklanan şeylerdir.
Dışımızın dili ne kadar katı, kalın ve iddialı olursa olsun, içimizin dilinde sonsuz bir romantizm titrer.
Bilmem ıstakozların yaşamını bilir misiniz? Istakozlar kabuk değiştirirken derinlerdeki kayaların diplerine gizlenirler. Çünkü o sırada, düşmanlarına karşı güçsüz ve çaresizdirler.
İnsanların da böyle, kabuklarından sıyrıldığı anlar vardır. Bu anlarını kimselere göstermek istemezler.
Bir gazinonun radyosunda çalınan Komparsita, evlendiğiniz günden yadigâr kalmış bir nefes gibi etrafınızı sarar. Kadehin içinde tüy gibi bir gelinle bir delikanlı ağır ağır dönerler. Arkadaşınız:
- Yahu birden niye daldın? diye merak etmiştir.
Gülerek:
- Hiç! dersiniz.
Ve sonra yine, ev kiraları üstüne konuşmaya devam edersiniz.
Küçük şeyler vardır. Genel müdür olan arkadaşınızın size, hâlâ kutlama kartı yazması gibi. Küçük şeyler vardır; doğduğunuz gün, sevdiğiniz yemeğin habersizce pişirilmesi gibi.
Bir el tutuşu küçük bir şeydir. Selam küçük bir şeydir. Gülümseme küçük bir şey.. Ama sevinirsiniz. Ama mutlu olursunuz.
Bunların üstünde durmaz gibi görünürsünüz. Kişiliğiniz, ıstakoz kabuğu kalınlığındaki bir "boşver"in zırhı içindedir.
Boşvermezsiniz. Uyumadan önce, bazı bazı düşünürsünüz böyle şeyleri. Sevinçle can sıkıntısının mekanizmasını bu küçük şeyler yönetir.
İnsanlar, iç dilleriyle konuşma cesaretini kendilerinde bulsalar, elbet daha kolay ve daha candan anlaşırlardı.
Fakat olmuyor işte. Herkes kendininkini göstermeden, karşısındakinin güçsüz noktasını arıyor. Fırsat bulunca da zehirli bir hançerle arkadan vurmaya kalkıyor:
- Vaktiyle bana söylemişti. Parasızken yamalı pantolonla gezermiş.
Küçük şeylerin tadıyla acısını kendimize bırakmaya ve yapay bir kuvvet maskesi altında, insanlığımızın en gerçek yanlarını birbirimizden saklamaya mecburuz.
Not: 30 yıl önce yazılmış bir yazı... "Kopuk kopuk"tan...