Acı, acının kardeşi
Depremin miladı 17 Ağustos'tan beri değişen bir şey yok hayatta, acının acıya kardeş olmasından ve sevincin anayurdunu terk etmesinden başka...
Sahi, gençliğimin hangi yaşını yaşıyorum bu şehirde? Acı, kaç yıldır yuvasını kurmuş, sevinç bu gökyüzünü, bu toprağı, bu suları terk edeli kaç yıl olmuş.
Kaynaşlı bir miting alanı...
Omuz omuza vermiş evlerin yıkıntısı kucağında insanlar.
ACININ İNSANLARI
Bir kadın: Küçük torunuyla birlikte bedenini bir top bütangaz alevine bırakmış...
Bir adam: Bedeninin neredeyse yarısını felce terk etmiş, o zalim sarsıntıda duvardan duvara çarparak kendisini.
Bir çocuk: Bir değil yüzlerce çocuk... Gülüşleri acının salıncağında kalmış... Ayazda üşümüş parmak uçları, gözlerinin ışığı...
RUH DA AYAZDA
Bir çocuğun üşümüş ruhundan daha fazla ne acı verebilir ki insana? Çünkü yalnız beden değil ruh da üşümüş burada.
Sahi hayatımın kaçıncı gençliğini yaşıyorum bu şehirde?
Çünkü gözlerimin miladı 17 Ağustos'tan beri değişen hiçbir şey yok yaşadığımda.
Bütün bu insanların da yaşadığında...
SEVİNCİN KANADI KIRIK
Toz bütün heybetiyle burada da mekân bulmuş bedenine. Tıpkı İzmit'te, Adapazarı'nda, Gölcük'te, Yalova'da olduğu gibi...
Acı, acıya eklenmiş... Sevinç kanadı kırık bir kuş misali yuvasının kapısını penceresini kapatmış...
Acı iki kalas halinde ateş olarak yanıyor sokak aralarında...
Acı güneşin ayazını kavuruyor salıncaklarından ayrı düşmüş bebelerin tenlerinde...
Acı naylon çadırında beklemekte günün doğuşunu, akşamın hüznü yelken açmasını...
PEKİ YA ANNELER
Ve anneler, en çok da anneler acının aynasında gelmişlerini ve geleceklerini seyretmekte.
Çünkü acıyı en çok onlar çekmekte, o anneler, göz nuruyla işledikleri bir oya misali hayatlarında.
Hem kendi hem çocuklarının hayatlarında.
Deprem ki, acısı dinecek elbet...
Ya annenin acısı ne zaman?
Hayatımın hangi ikliminde?
Refik DURBAŞ
|