|
Düzceliler'den insanlık dersi
Muhabirimiz Okan Müderrisoğlu, Düzce'deki ailesini Ankara'ya götürmek için geldiğinde çadır kuyruğunda bulduğu babasından şu cevabı aldı: "Komşularımız bu haldeyken hiçbir yere gitmeyiz"
Ankara'da bizi paniğe sevk eden depremin merkez üssüne, Düzce'ye giderken biraz bencilce ama çok fazla insani duygularla aklıma önce babam ve annemin durumu geliyor. Haber alamıyoruz. Bolu Dağı'nı nasıl geçtiğimizi hatırlamıyorum bile. Kaynaşlı'daki manzara dehşet verici. E-5 Karayolu'ndan Düzce'nin içine giriyoruz. Sol tarafta, Düzce'yle bütünleşmiş Fiskobirlik alım merkezi ve idare binası ağır yaralı.
DÜZCE ARTIK DÜMDÜZ
Düzce'nin içine doğru ilerliyoruz. 120 yıllık tarihi Merkez Camii'nin dört duvarı da yıkılmış, geride sadece Nasreddin Hoca Türbesi'ni andıran bir manzara kalmış. Çarşının içi savaş alanını andırıyor. İş Bankası binası yıkılmama mücadelesi veriyor, Halkbank kullanılamaz durumda. Defterdarlığın tabelası enkaz altında. Ticaret Bankası barakaya taşınmış. Yaz akşamlarının buluşma mekânı Büyük Park, çadırlardan, çaresizlikten geçilmiyor. Etrafta beyaz eşya, giyim eşyası satan dükkânlar. Hepsinin vitrinleri çökmüş. Elinizi uzatsanız alamayacağınız şey yok ama kimse dönüp bakmıyor bile. Düzce'nin kalburüstü insanlarının yaşadığı Hastane Caddesi'nin her iki tarafındaki binalar yola yığılmış, geçmek mümkün değil. Hastane harap halde. Bahçesinde iki büyük çadır kurulmuş.
Birisi acil servis, diğeri klinik hizmetleri veriyor. Devlet de, sivil toplum kuruluşları da bu kez sınıfı geçmiş. GATA'nın doktorları 12 Kasım gecesi, İzmir 9 Eylül Üniversitesi ve Tekirdağ Devlet Hastanesi uzmanları sabah saat 07.30'da Düzce'de.
AĞLAMAYA BAŞLADI
Binaların enkazlarından hâlâ dumanlar tütüyor ama ocaklar sönmüş. Kanayan yaralar sarılıyor ama gönüllere kazınan yaraların tedavisi ise zaman doktoruna bağlı. Biraz daha ilerliyoruz. Eve 50 metre mesafede, daha 3-5 yıl önce yapılan gösterişli apartmanlar yok olmuş. Heyecanla bizim tarafa bakıyorum. Ev görünüşte sağlam gibi, ortalık ise panayır yeri. Kalabalığın içinde babamı görüyorum. 1974 yılında Kıbrıs'ta iki harekâtın yıkamadığı 30 yıllık asker, 40 saniyelik depreme yenik düşmüş. 60 yaşındaki babam beni görünce başlıyor ağlamaya. Annem bayılıyor. "Haydi, toparlanın Ankara'ya gidiyoruz" diyorum. Karşı çıkıyorlar. Babam, komşuları gösteriyor. "Bize çok yardımları oldu. Onları bırakıp, biz gidiyoruz diyemem. Yardım etmem lazım" diye itiraz ediyor. Sonra evi gösteriyor. "Emekli maaşımın kalan kısmı orada. Hatıralarım orada. Fırsat bulunca eve çıkacağım" diyor. "Gece ne yapacaksınız?" diye soruyorum. Emekli ikramiyesi ile aldığı 1993 model otomobilini gösteriyor. "Çadır vermezlerse bunda kalırım" diyor.
Sonra can yoldaşı gördüğü komşularıyla birlikte ilerliyor, çadır kuyruğuna giriyor. Depremin korkusu ve yitirilenlerin acısına eklenen sağ kalmanın ve dayanışmanın dayanılmaz ağırlığıyla...
|
Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|