Milli iradeyi savunmak...
İnsanoğlu Hazreti İbrahim ile Nemrut'u birlikte gördü. İnsanoğlu Hazreti Musa ile Firavun'u birlikte gördü.
İnsanoğlu Hazreti Muhammed ile Ebu Cehil'i birlikte gördü.
Ve sonunda gördü ki, temiz vicdan, doğru akıl daima galip gelmektedir.
Demek ki, hiçbir öneri ve eleştiri sağduyuyu yok etmeye yönelik olamaz...
***
Yargıtay Başkanı konuştuğunda kıyamet kopmuştu. Sözlerini savunanların yanında, düşüncelerine katılmayanlar vardı. Ayrışma, başkanın kullandığı kavramların nitelikleri ve görevinin özellikleri üzerinde yoğunlaşıyordu. Kimi ağır eleştirdi, kimileri çok beğendi. Hatta konuşmanın yapılmasını izleyen birkaç saat içinde bu konuşmaya imza atan parti başkanları çıktı. Cumhurbaşkanı adayı gösteren siyasetçilere rastladık.
Yargıtay Başkanı'nın "din eğitiminin tarikatlara bırakılması" önerisi hariç görüşlerine katıldım. Özellikle bireyin öne çıkarıldığı yeni yüzyıl gerçeği ve tanımlamalarına yürekten hak verdim. Bireyi koruyan devlet tarifini alkışladım.
Sonra sular duruldu. Konuşmanın içeriği daha net biçimde algılandı ve taraflar kendini serinlikli ifadelerle ortaya koydular.
***
Yargıtay Başsavcısı konuşunca da yer yerinden oynadı. Başsavcı TBMM'yi hedef alan sözleriyle ortalığı birbirine kattı.
Geçmişte de Meclis'in manevi şahsiyetinin tahkir edildiği ve milli iradenin aşağılandığı saldırılar görülmüştür. Millet Meclisi bu hezeyan dolu ithamları elinin tersiyle itmesini bilmiştir.
Bugün hazin olan manzara şudur. İlk defa Cumhuriyetimiz'in Başsavcısı, bir siyasi fezleke hazırlayarak Cumhuriyet'in Meclisi'ne, yani milletin iradesine keyfince suç isnat etmiştir. Buna ceza hukukumuzda "suç tasnii" yani suç uydurması denir...
Sağduyu sahibi herkes bu konuşmanın hem hatip, hem muhatap açısından son derece yanlış olduğu noktasında birleşti.
***
Medyanın yoğun kampanyaları ile TBMM'ye ve siyaset kurumuna karşı kamuoyunda bir saldırı içgüdüsü yerleştirilmişti. Yerli yersiz her vesile ile siyasetçi ve TBMM suçlanıyordu. İşin ölçüsü sistemli biçimde arttırılıp kavramlar keskinleştiriliyordu. Kamuoyu, milletvekiline güvenmiyor, TBMM'ye saygı duymuyordu.
Bu uygulama hızla yaygınlaştı. Örneğin bir milletvekili bir panelde Türk şiiri üzerine görüşlerini belirtse bile sırf milletvekili olduğu için konuşma sonunda hırpalanıyordu.
Bu stratejinin son noktası, Meclis'i ve siyasetçiyi, Güngör Mengi'nin güzel deyimi ile "hıyanet ölçeğinde gaflet" içinde göstermekti. Belki, Kışlalı cinayetinin arkasında duyulan ulusal infialin bu yeni itham için en uygun vasat olacağı düşünülmüştü. Ama, geri tepti.
Meclis bu haksız ithama gereken cevabı verdi.
Siyasi parti liderleri gerekli tavrı koydular.
Basın hiçbir ayrım yapmaksızın demokrasiyi askıya almaya yönelen önerileri eleştirdi. Kimileri açıkça ayıpladı.
Demek ki, kimden gelirse gelsin hiçbir öneri ve eleştiri sağduyuyu yok etmeye yönelik olamaz...
***
Otuz yılda üç ihtilal yaşandı. Bu otuz yılı gözü korkutularak yetiştirilmiş siyasetçi kadrosu yönetti.
Bundan alınan cesaretle, Türk siyasetçisinin tekrar gözü korkutularak birey haklarını ve özgürlüklerini daha da daraltacak düzenlemelerin yapılabileceği sanıldı.
Gözü korkutularak yetiştirilmiş kadronun karşısında, geleceğe hâkim olmayı kafasına koymuş, iddialı bir genç kuşak var.
Bu kuşak, yeni yüzyılımızın en büyük çaresi ve nimeti olarak bize bağışlanmıştır. Bu kuşak, uzlaşmaz sanılan değer yargılarını toplum yararına dönüştüren ahlâk mücadelesinin sahibi olarak yetişiyor.
Bu teselli bize yüzyıl yeter. Çünkü, millet iradesine sahip çıkacak genç kuşak Atatürk, hepimizden daha iyi anlıyor.
Atatürk'ün asil dediği kan onun damarında...