Bir haftası bir haftasına uymayan bir ülke burası... Geçen hafta sonu, Ahmet Taner Kışlalı cinayetinden sonra kamuoyunu büyük bir karamsarlık havası sarmıştı. Cenaze töreni, ülkede yeni bir kutuplaşmanın başlangıcı olabilir endişesi vardı. Kışlalı ile birlikte, Türkiye'nin, Avrupa yolu üzerine "döşenen mayınlar"a basmadan Kasım ayında İstanbul'daki AGİT Zirvesi'ne ve Aralık ayındaki Helsinki AB Zirvesi'ne ulaşabileceği şüphesi yayılmıştı. Hafta içinde Yargıtay Başsavcısı, Parlamento'yu tahkir niteliğinde sözler içeren "yasakçı manifestosu"nu ilan etmişti.
Oysa, dün vakur bir biçimde bu yüzyılın son Cumhuriyet Bayramı kutlandı. Arada umut verici gelişmeler cereyan etti. Parlamento -neredeyse siyasi partilerin tümü- Yargıtay Başsavcısı'nın "yasakçı manifestosu"nu geri püskürttü. Susurluk skandalını aydınlatacak önemde bir gelişme sonucunda, Erol Evcil Bursa'da yakalandı. Keza Sabancı cinayetinin faillerinden biri Belçika'da ele geçti. Bu arada, Mesut Yılmaz gayet ilginç ve demokrasi doğrultusunda yeni bir çıkış yaptı. TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ve bir grup işadamı, Tayyip Erdoğan'la biraraya geldi. TÜSİAD'ın uzun bir aradan sonra Cumhuriyet Bayramı'na denk düşürdüğü demokratik haklar yanlısı açıklamasını da bir yana kaydetmek gerekiyor. Dahası, bir grup PKK mensubu, Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle kendilerini adalete sunmak için Avrupa'dan Türkiye'ye geldiler. Ve, bugün Recai Kutan başkanlığında aralarında birkaç eski bakan ve iki bayan milletvekili bulunan bir Fazilet Partisi heyeti, ilk yurtdışı gezisi olarak ve temaslarda bulunmak amacıyla Amerika'ya hareket ediyorlar.
Bir hafta öncesinin, hatta bir-iki yıl öncesinin Türkiye tablosu ile şu son birkaç günün manzarasını bir karşılaştırın... Türkiye'nin "iç barış"ı için ve uluslararası çerçeve içine yerleşecek şekilde bir "toplumsal uzlaşma fotoğrafı" verdiğini görmemek mümkün değil...
Bu "fotoğraf", ister istemez hesaplarını "iç tehdit" teorilerine dayayanları her bakımdan silahsızlandırıyor. Sembolik de olsa, Türkiye'ye gelip teslim olan, hem de bunu Cumhuriyet Bayramı'na raslatan PKK grupları... HADEP'li Belediye Başkanlarının Diyarbakır'da Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ı coşkulu biçimde karşılamaları... İstanbul sermayesinin önde gelen temsilcileriyle İstanbul halkının siyasi yasaklı temsilcisinin biraraya gelmeleri... Fazilet yöneticilerinin ilk yurtdışı ziyaretini Amerika'ya yapmaları ve orada Amerikan Yahudi kuruluşlarıyla da görüşecek olmaları...
Türkiye'nin Avrupa yolu, geri dönülmez biçimde demokrasiyi işaret ettiği için; bu yol, "iç barış" ve "toplumsal uzlaşma" arayışlarını da kaçınılmaz olarak hareket geçirdi.
"İç barış" ve "toplumsal uzlaşma", "iç tehdit"in antidotudur. Ve, bunu güvence altına alacak olan demokrasidir. Tersinden ifade edersek, demokrasi, "iç barış" ve "toplumsal uzlaşma"nın emniyet subabıdır.
İşte bu yüzden, keyf” biçimde yapılan "tehdit değerlendirme"si neticesinde "iç tehdit" keşfetmek ve bu yüzden toplumu parçalamak, kutuplaştırmak ve germek, ancak demokrasiyi rafa kaldırmakla ve sakatlamakla mümkün olabilir.
Demokrasi, hiçbir zaman, dün 76. yaşgününü kutladığımız Cumhuriyet ile kavgalı değildi. Aksine, Cumhuriyet kelimesi ardına saklanıp, sakat "tehdit değerlendirme"leri ile "iç tehdit" trampetleri çalanlar demokrasi ile kavgalıydılar. Demokrasiyi altettikleri oranda, borularını öttürebilirlerdi.
Bu hafta böylelerinin yenilgi haftasıydı. "Demokrasiye balans ayarı" yaparak kariyer yapmak isteyenlerin vardıkları nokta, Amerika'da adı sanı duyulmamış kuruluşlardan şilt almaya koşmak oldu.
Biz ise, Cumhuriyet'i umutla kutladık...