MGK'da bildiriye yansımayanlar
Milli Güvenlik Kurulu'nun son toplantısından sonra yayınlanan bildiri, bazı çevrelerde hayâl kırıklığı yarattı.
Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş'ın ihtilâl bildirisi niteliğindeki konuşmasından sonra MGK'nın da çok sert geçeceği tahmin edilmişti. Ama bildiri "çok sert" çıkmadı. Özellikle "irtica" konusunda daha somut bir çıkış bekleniyordu.
Aslına bakarsanız son Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sanıldığı gibi çok da sakin geçmemiş. Bir kere Fethullah Gülen'in okullarıyla ilgili, bildiriye de yansıyan "tavsiye" sanıyorum önümüzdeki günlerde hayli gürültü çıkaracak.
Çünkü hükümete yakın kaynaklardan öğrendiğime göre 100'ün üzerindeki okulun kapatılması ya da denetim altına alınması isteniyor. Okulların açıldığı bir dönemde, yaklaşık 200 bin öğrenciyi ilgilendiren bu kararın nasıl alınacağını birlikte göreceğiz.
MGK'da görüşülen ama bildiriye yansımayan bir konu daha var. O da RTÜK'le ilgili düzenlemeler. MGK'nın asker kanadı üyeleri televizyon yayınlarından ve yasal boşluklardan çok rahatsız olduklarını bir kere daha dile getirmişler.
RTÜK'ün siyasetin güdümünde olduğunu söyleyen generaller yasal düzenlemenin bir an önce bitirilmesini ve RTÜK'e yeni bir çehre kazandırılmasını istemişler.
Bundan amaçlanan şu: Bugünkü yapısıyla RTÜK siyasi baskılara boğun eğecek güçsüzlükte. Bu nedenle kararlar da siyasi oluyor. Oysa kurum siyasetin boyunduruğundan kurtulursa daha rahat hareket edecek. Özellikle irticai yayınlar yapan TV'lerin izlenmesi ve "gereğinin" yapılması kolaylaşacak. MGK'nın asker kanadı, elinde tuttuğu ancak tamamlamadığı "özel tv'ler" dosyasını henüz açmamış. Bu dosyada 100'e yakın yerel TV'nin incelemesi var. Büyük çoğunluğu irtica yanlısı yayın yapan bu TV'lerin kapatılması için RTÜK yasasının değişmesi gerekiyor.
Bursa'da aklıma takılanlar
Bursa'daki Erol Evcil operasyonu kafamı çok karıştırdı. Çok çelişkili noktalar var. Evcil jandarmanın güvenlik bölgesinde yakalanıyor, ama operasyonu yapan polis. Jandarma'nın ruhu duymuyor.
Oysa polis, yasa gereği operasyonu jandarmaya bildirmek zorunda. Üstelik operasyon yapılacaksa bunu jandarmanın yönetmesi gerekiyor. Yakalanan kişi ya da kişiler de emniyete değil, jandarma karakoluna götürülmek durumunda. İlk sorgunun da burada yapılması gerekiyor.
Bir polis yetkilisi jandarma bölgesinde hiç operasyon yapılmadığını söyleyerek "Aslında mutlaka haber verilir, ama jandarmaya haber verilmeden de operasyonlar düzenlenmişti, bunlar çok basit işlerdi, bu kadar büyük bir iş jandarmadan habersiz yapılmamıştı" dedi.
Bir jandarma karakol komutanı da "Eğer çatışma çıkmış olsaydı, bizim için bir tarafın polis olmasının önemi yoktu, iki taraf da suçlu duruma düşerdi" ifadesinde bulundu.
Anlaşıldığı kadarıyla polis işin jandarmaya kalmasını istemedi. Bir güvensizlik söz konusu. Neden acaba?
Evcil bir yıldır Bursa'da, jandarma bölgesinde saklanıyorsa, tabii bu durumda eski Jandarma Genel Komutanı'na da bakmak gerekiyor. Şimdi ne yapar, emekliliğinin tadını mı çıkarır yoksa bir işyerinde mi çalışır, sormak gerek.
Taşanlar'ın Bursa valiliğinden alınma kararnamesinin Çankaya'dan döndürülmesi de ilginç. Çankaya bir vali için niçin bu kadar ağırlık koyar, sonra neden "peki" der.
Sizin de kafanız karışmıyor mu?
Yine kasetler
Evcil'in yakalanmasıyla birlikte piyasaya yine kasetler çıktı. Aslında bu kasetleri daha önce de dinlemiştik. Ama bugüne kadar bir şey yapılmamıştı.
Şimdi kasetler yine ortaya döküldüğüne göre "birşeyler söylenmek" isteniyor herhalde. Kasetleri ilk dinlediğimizde üste kapalı olarak adları geçenlerin "kimliklerini" çıkaramamıştık. Bakalım bu sefer kimin kim olduğu belli olacak mı?
Öğün, çalış, güven
Cumhuriyet Bayramı dün, Ecevit'in genelgesine rağmen, halkın coşkusuyla kutlandı. Ama Cumhuriyet'in 76'ıncı yılını kutlarken, içimi burkan bir olaya da değinmeden edemeyeceğim. İsrail Başbakanı Ehud Barak'ın Adapazarı'nda "yıldırım hızıyla" yaptıkları prefabrik konutların açılışı için gelmesi ve açılış töreninde Atatürk'ün "Türk, öğün, çalış, güven" sözlerini "Türkçe" söylemesi herhalde hepimizi utandırmış olmalı.
Kendi ülkemizde depremzedeye hâlâ sahip çıkıp, kış öncesi başlarını sokabilecekleri barınakları yapamazken, İsraililer'in 2 bin kişilik bir köyü bitirmeleri ve halka teslim etmeleri bizim ayıbımızdır.
Günlerdir gazetelerde ve televizyonlarda izliyorsunuz; Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer ileri gelenleri tarafından davullarla zurnalarla güya halka teslim edildiği söylenen prefabrik evlerin "oturulamaz" durumda olduğunu yüreklerimiz sızlayarak görüyoruz. Biz buna lâyık mıyız? Atatürk'ün "Türk öğün, çalış, güven" vecizesini İsrailli Başbakan'ın ağzından Türkçe duyarken, ne yazık ki hâlâ "Öğün" kelimesine takılıp kaldığımızı görmek insanı üzüyor.