Muhbir yurttaş ahlakı...
"İhbara iltifat eden polis, muhatabının kişiliğini önemsemez. Kimliğini, niteliğini umursamaz. Ülkeye, ulusa yaptığı hizmetleri görmezlikten gelir. Onu sadece potansiyel suçlu olarak görür. Çünkü ihbar, polisin hem muhtaç olduğu, hem teşvik ettiği üsluptur. Bu üslup yöntem olarak belki etkin, fakat karakter olarak kesinlikle utanç vericidir."
Bu sözleri 45 yıl önce Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Taluy'dan işittik. Yanında polis müdürü İsmail Hakkı Küntay ve yardımcısı Niyazi Bicioğlu vardı. Konuşmanın diğer tanıkları Mülkiye profesörleri ve öğrencileriydiler. Bugünün polis müdürleri o günlerde herhalde kısa pantolonla mahallede çelik çomak oynuyorlardı.
45 yıl önce Turhan Feyzioğlu Mülkiye'nin açılışında "nabza göre şerbet vermeyin" demiş ve kıyamet kopmuştu. Feyzioğlu'nun görevine son verildi. Olayı protesto eden Mülkiye öğrencilerini o gece yatakhanelerden apar topar otobüslere koyup Ankara Emniyeti'nin mahzenlerine tıktılar. Saygıdeğer yurttaş bu protestoyu vatan hainlerinin tertiplediği ihbarında bulunmuştu.
***
Babası Demokrat Parti milletvekili olan bir sivil komiser, ihbarı kesin delil sayarak Mülkiye öğrencilerini vatan haini olarak tutanaklara geçirmişti. Saygıdeğer yurttaşın kim olduğu hâlâ öğrenilemedi ama o gece vatan haini olarak hırpalanan öğrencilerden bu ülkeye 32 vali, 13 büyükelçi yetişti. 8 bakanlık (İçişleri dahil) müsteşarı, emniyet genel müdürleri, MİT müsteşarları, kaymakamlar, milletvekilleri, bakanlar, profesörler, holding başkanları, bankacılar, maliyeciler, ressamlar, bestekârlar, şairler, romancılar, tiyatrocular, operacılar, gazeteciler yetişti...
***
Geçen hafta Can Ataklı ve Hıncal Uluç'u okuyunca Türkiye'de değişimin kolay olmayacağı bir kere daha görüldü. Yine hayırsever yurttaş ihbarıyla Türkan Saylan gibi onurlu ve başarılı bir profesör ve itibarlı bir işadamı gerekçe gösterilmeksizin emniyete götürülmüştü... Türkan Saylan, pırıl pırıl bir Türkiye için, pırıl pırıl bir yurttaştır...
Ataklı ve Uluç haklı olarak soruyorlardı? Biz bir hukuk devletinin yurttaşı mıyız? Aldıkları cevap, dört sayfalık iki genelge sureti...
Hıncal Mülkiye terbiyesinde olgunlaşmıştır. Sınıf arkadaşlarından nice valiler, büyükelçiler, müsteşarlar, genel müdürler, milletvekilleri, profesörler, işadamları yetişmiştir. Kendisi dahil bunların hiçbirisi kendini hukuk devletinin yurttaşı sayamaz. Dünkü yazısına bakın yeter.
***
Osmanlıda yurttaş kavramı, batıdan hukuk ithal ettikten elli yıl sonra benimsenmiştir. Osmanlı'nın Dahiliye ve Zabitiye Nazırları, yurttaş kavramını sallamazlardı. "Kul" deyip geçer, istediği şiddet ve hiddeti gösterirlerdi. Cumhuriyette de bu üslup vardı. Şükrü Kaya, Recep Peker, Hilmi Uran gibi nam bırakmış içişleri bakanları vatandaşı adam yerine koymazdı. İstanbul valilerinin çoğu ve Sansaryan Han'ın polis müdürleri yurttaş haklarına saygı göstermek gereğini duymamışlardı... Demokrasi de bu saygıyı duymadı.
Türkan Saylan gibi bu ülkenin üstün değerdeki insanları böyle muameleye maruz kalıyorsa, sıradan bir yurttaşın başına neler gelebileceğini düşünebiliyor musunuz?
Hüseyin Taluy'u o günden sonra hiç görmedim. Hayatta mı bilmiyorum. Benim gibi bir çok Mülkiyeli, devletin demirbaş üslubunu Hüseyin Taluy'da öğrendiler. "İstibdadın (Abdulhamit'in) hafiyesiyle, demokrasinin (Menderes'in) zabtiyesi aynı tornanın malıdır; gücünün yettiğini ezer..." diyordu.
Yazımın başında aktardığım sözlerin, Napolyon'un Polis Müdürü Fouche'ye ait olduğunu da Taluy'dan öğrendik. Hayattaysa vatan haini diye genç Mülkiyelileri ihbar eden o hayırsever yurttaşın haksız yere ne ocaklar söndürdüğünü hatırlayacaktır. (Sahi, polis müdürleri neden hatıralarını yazmazlar?)
Can Ataklı ve Hıncal Uluç SABAH'ın saygın ve her gün yazan ustalarıdırlar. Bıkmadan işin peşini kovalayıp gerçeği ortaya çıkarmalıdırlar.
Ben sorumluluğumu ve görevimi daha etkin olabileceğim zeminde yerine getireceğim.