kapat

18.09.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
inter merkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
NURİYE AKMAN(nakman@sabah.com.tr )


Son öğle yemeği

Sırtını denize vermiş, yüzünü enkazlara dönmüş seyyar bir aşevi... Depremin üçüncü gününden beri kaynayan kazanların altı birazdan sönecek, çadır-mutfak sökülecek... Bu son öğlen yemeği... Kaplar uzatılıyor aşçıya. İçleri birer kepçe nohut-pilav kimliğine bürünmüş dostlukla dolduruluyor...

Yalova'da deprem manzaralarına bakıyordum. Öğlen olmuştu. Beni oraya yemek kokuları değil duanın sesi çekti. Yoksa manzarayı görmeden geçecektim. Hemen arabadan inip yanlarına gittim. Duayı eden de dinleyenler de ağlıyordu. Yemek duasıydı. Aslı gibi söyleniyordu. Manası, ortamın duygusallığını ikiye katlıyordu:

"Ey istediğine rızkı hesapsız olarak yayan Rabbim. Kimseye minnet ettirmeden, kendi hazinelerinden bizim üzerimize rızık saç... Ya Allah hayra ait her kapıyı aç. Allahım, bu yemeğin sahibi ve yiyenleri affet. Onların devletlerini daim, evlatlarını alim eyle. Onlar üzerine zalimleri musallat etme. Allahım, Fatiha Suresi'nin sırrı hürmetine, bize nimetlerini fazlalaştır, noksanlaştırma."

Amin'ler yemeğin dumanı gibi yükseldi.

* Sırtını denize vermiş, yüzünü enkazlara dönmüş seyyar bir aşeviydi. Depremin üçüncü gününden beri kaynayan kazanların altı birazdan sönecek, çadır-mutfak sökülecekti. Bu son öğlen yemeğiydi. Yemeği alan eller; evsiz, eşyasız, parasız, ailesiz, umutsuzdu. Ama o an hüznün kaynağı bunlar değildi. Yemeği veren eller onlara veda ediyordu. .t Verenler, Çorum'dan gelmişti. Sungurlu Belediyesi çalışanları depremden önce Yalovalılar'ı bilmezlerdi. Kader onlara kardeş olma rolü vermişti. İki taraf da rollerini bir aydır çok güzel oynuyordu. Günde üç vakit; sabah, öğle, akşam yemeklerini birlikte yediler. Geceler boyu bu kaldırımda sohbet ettiler. Birlikte başlarını göğe kaldırdılar, gözlerini aynı yıldızlara verdiler. Ama ayrılık vakti gelmişti. Sungurlular da evlerini özlemişti.

* Keşke biraz daha kalabilselerdi. Sungurlular da, Yalovalılar da aynı şeyi söylüyordu. Depremden önce Yalova FM'de diskjokeylik yapan Murat Esmerışık, duygularını şöyle aktardı:

"Radyomuz kapanmadı ama moral yok. Moral olmayınca çalışamıyoruz. Aşevinin önünden ayrılamıyoruz. Evimiz tam karşıda duruyor. Yıkık-dökük. İçeri giremiyoruz ama evimize yakın olmak istiyoruz. Ona bakarak biraz rahatlıyoruz. Bu duyguları Sungurlular'la paylaşıyoruz günlerdir. Ne yazık ki bugün gidiyorlar. Karnımızı doyurdukları kadar dostlukları için de çok teşekkür ederiz."

*Evi yıkılanlardan biri de Selim Baklavacı. Depremden önce dondurma hammaddesi pazarlıyordu. Şimdi ne yapacağını bilmiyordu: "Şükürler olsun can kaybımız yok. Mal kaybımız hiç önemli değil. Üzüldüğümüz şey, Sungurlu Belediyesi'nin buradan kopması. İçimiz hüzün, gözlerimiz yaş dolu. Bu kadar yanacağımızı beklemiyorduk. Çok doluyum. Çok. Yemekleri harika."

"İnsanlık görevimiz"
*Sungurlu Belediyesi Başkan Yardımcısı Yaşar Yenal'la tanışıyoruz. Diyor ki:

"Bu insanlık görevimiz. Ne alkışa, ne teşekküre gerek var. Depremden sonra dünya tek yürek oldu. Biz 800 km öteden gelip hizmet vermişiz, çok mu? Yalova'yı biz seçmedik. Devletin kriz merkezi böyle bir yapılanmaya gitti. İlleri böldü, bizim payımıza Yalova düştü. Makinelerimiz de çalışıyordu, biz aşevinde karar kaldık. Bu sayede Yalova ile Sungurlu kardeş şehir oldu. Yalova hiç aklımızın ucundan geçmezdi. Tanış olduk, hiç tanımadığımız duyguları yaşadık. Bir tencere yemeği paylaştık. Onlarla beraber ağladık sevindik. Onlar gibi çadırda kaldık. Yağmur yağdı bizim de yatağımız ıslandı. Bizim de lüksümüz yok. Karavanadan ne dağıtıyorsak, biz de aynısını yiyoruz. Buradaki yaşama ayak uydurduk. Bundan da büyük haz duyduk. Yardımcı olabildiysek ne mutlu. Bir aydır günde 3000 kişiye yemek verme imkanımız oldu. Artık Sungurlu'ya dönme zamanımız geldi. Onları özleyeceğiz. Haklarını helal etsinler. Nimet Allah'tandır, biz yalnız aracız."

* Yaşar Bey, teşekküre gerek yok diyor ama alan eller, veren ellere teşekkür yarışında yine de: "Beyefendi bizim emeğimiz size geçmedi. Sizin emeğiniz bize geçti. Allah yüz bin defa razı olsun. Yanımıza geldiniz, sıcağın alnında ter döktünüz. Bin yaşayın."

Yaşar Bey'e, sinirlerin gergin oluşunun zaman zaman onlara güç anlar yaşatıp yaşatmadığını soruyorum. Diyor ki: "Tabii herkesin dışı gibi içi de yaralı. Kimin kalp yarası daha ağır bilemezsin. Sohbetin ortasında ne acılar fışkırıyor aniden. 22 yakınımı kaybettim diyor. Sinirler boşalıyor. Bazen bize de ani tepkiler veriyorlar. Haklıdırlar. Birtakım talepleri oluyor bizden. Menüde ne var diye soranlar oluyor. Kimi beğeniyor, kimi beğenmiyor. Bundan rahatsız oluyoruz çünkü yemeğimizi herkese beğendirmek istiyoruz. Biz buraya onları mutlu etmeye geldik. Asla demiyoruz ki bunu bulduğunuza şükredin. Böyle söylersek değeri kalmaz yaptığımız işin. Biz yardımseverler derneği gibi lüks iş yapmıyoruz. Yani işin kenarından tutmuyoruz. 12 personelimiz var burada. Vatandaşa verdiğimiz yemeğin dışında boğazımızdan özel bir şey geçmiyor. Şimdi mumundan iğnesine, yatağına kadar stoklarımızı da bırakıp gideceğiz. Yalova'nın bu bölgesi lüks bölge demişlerdi bize. Bunu kabul etmiyorum. İnsanlar evlerine giremiyor. Mutfak olayı gerçekleşmiyor, tencere kaynamıyor. Zengin olmuş fakir olmuş farketmez. Biz mideye hitap ediyoruz. Bu vesileyle dostluğumuzu da kabul ettilerse ne mutlu bize."

* Kuyrukta son yemeğin, son misafirleri var. Birer birer sıralarını savıyorlar.

Kaplar uzatılıyor aşçıya. İçleri birer kepçe nohut-pilav kimliğine bürünmüş dostlukla dolduruluyor. Yemeğini alan bir kenara çekiliyor. Hani kediler de öyle yapar ya... Sessizce yiyorlar. Kimi bir ağacın altında, kimi bir duvar dibine dayanıp, kimi çadırına geçiyor. Burası ana cadde. Kaldırımda "garden party" var.

"Pilava yetişemedik"
* Pilav bitti. Bazıları geç kaldı. Kazanda yalnız nohut var şimdi. Kuyruktakilere yanaşıyorum: "Pilava yetişemediniz galiba."

"Ne yapalım nasibimiz. Ya nohut da olmasaydı. Bir aydır her çeşidinden yedik bol bol" diyorlar. Açığı kapamak için bir kaç dilim daha ekmek istiyorlar.

Gülsen Yılmaz, "Evimiz yıkılmadı ama sallandıkça bayılacak gibi oluyorum. Yemek yapamıyorum. Onun için geldim buraya. Durumumuz o kadar kötü değil ama korkuyorum kendi mutfağımda" diyor.

*Kimi de aşevine Sungurlular'la sohbete geliyor yalnızca. Yemek yemiyorlar, "Bizim durumumuz iyi. Bu yemeği hak etmediğimiz için almıyoruz. Alırsak yediğimiz şey, yemek değil muhtaçların hakkı olur" diyorlar.

Aşçı Ahmet Gönültaş'ın yüzünde terler boncuk boncuk parlıyor. Diyor ki:

"İnsanlara hizmet etmekten mutluluk duyuyorum ama canlarının her dileğini pek yerine getiremedik. Değişik yemek çeşitleri istediklerini hissettik. Özellikle akşam oldu mu karamsarlığa düşmelerinden çok etkilendik. Bugün burada son günümüz. Evimizi özledik ama burası bizim de memleketimiz. Aklımızın bir kenarı hep burada kalacak. Acı ve tatlı anılarımız oldu. Bütün çadır sakinleri özellikle genç kızlar, bayanlar bize soğan patates soymada yardım ettiler. Bu şartlarda tanışmak istemezdik. Herkes birbirinden adresler alıp verdi. İnşallah daha güzel günlerde dostluklarımız devam edecek."

Duygulu anlar
* Yaşar Yenal tekrar sözü alıyor:

"Bugün son dağıtımdan önce vedalaşalım, helalleşelim dedik. Ama konuşamadım ben, boğazıma bir yumruk dizildi. Elime mikrofon alınca söyleyeceklerimi söyleyemedim. Çok duygulandım çok. Biz de çok alışmıştık buralara. Herkesin gözleri doldu, ağlayanlar oldu gördünüz. Hepimiz bu anları daha da uzatmak isterdik ama ekibim çok yoruldu. "

* Az ileride bir çocuk sofrası kurulmuş. Boyacı çocuklar, simitçi çocuklar, sucu çocuklar yemeklerini yiyorlar.

Boyacıları elleri ele veriyor. "Demek hâlâ ayakkabılarını boyatanlar var. Ne güzel değil mi?" diye soruyorum. Bayram Yenice, "Yok abla, işsiz kaldık sayılır. Anca ekmek paramızı çıkarıyoruz. Depremden evvel 2- 2.5 milyon kazanıyordum şimdi 1 milyonu bulmuyor bile" diyor.

* Onlar çalışan çocuklar. Öğlen yemeklerini ücretsiz yemekten mutlular: "Hem de kaç kap yiyoruz. Depremden önce öyle miydi? Simitle geçiştiriyorduk çoğu zaman. Sungurlu Belediyesi'ni ömrümüz billah unutmayız."

* Onlara veda ederken en hayalinden altın yaldızlı bir çerçeve aldım elime. Getirdim, son öğlen yemeğinin üstüne koydum. Çerçeve, yemek dağıtan ele de, yemeği tadan dile de, o dört köşe kollarını sardı. Bir damla gözyaşını bile dışarıda bırakmadı. Bir damla ter bile çerçeve dışına akmadı. Bir mimikcik gülüşü kaçırmadı. Aldım resmi oradan, getirdim bu sayfaya astım. Memleketimin insanlarını bağrıma bastım.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır