kapat

18.09.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
inter merkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Tabuları deprem yıktı...

Tabu kelimesini Polinezya dili dünyaya armağan etmiş. Ünlü Kaşif Kaptan James Cook 1771 yılında Polinezya adalarını ziyaret ederken, burada yaşayanların "bir kimseyi ya da bir şeyi kutsal sayan, ona dokunulmasını, onun kullanılmasını yasak eden dini inançlara" tabu dediklerini görmüş. Kelime önce İngilizceye, daha sonra da bütün dünya dillerine girmiş.

Günümüzde ise, tabu kelimesi "eleştirilemeyen ya da tartışmaya açılamayan herşey" için kullanılmakta...

ooo

Beyinsel özgürlükten nasibini almamış her ülke gibi Türkiye'nin de inanılmaz ölçüde çok tabusu var. Bunlar öyle güçlü ki, toplumsal faturası çok yüksek bir deprem ancak bir kısmını sarsabildi.

Depremin yıktığı son tabu 9 Eylül'de İzmir'de ortaya çıktı. Temsili kurtuluş gösterilerinde, 1922 yılından bu yana ilk kez "Yunan askeri" denize dökülmedi.

Daha önce bunun komşu bir ülkeyi ve toplumu "rencide" edeceğini biri söyleseydi, herhalde ardından teneke çalarlardı. Bizim beyinselliğin yargıçlığına havale etmeye korktuğumuz ve "olmaması" halinde hiçbir şeyin kaybolmadığı, hatta kazanıldığını gördüğümüz bir "tabusal davranış" şimdilik sona ermiş gözükmekte...

ooo

Aslında "Yunanlılar'ı denize döktüğümüz" konusu da galiba bir başka tabu...

Ana Britannica Ansiklopedisi, İstiklal Savaşı'nın bu bölümünü daha soğukkanlı ve dolayısıyla biraz daha farklı yansıtıyor:

"Başkomutanlık karargâhı, 30 Ağustos sabahı Büyük ve Küçük Adatepe'lere yoğun bir topçu ateşi başlattı. Ardından 1. Ordu'ya bağlı kuvvetler saldırıya geçti. Uzun süren çarpışmalardan sonra, geri çekilmeyi başaran General Trikopis'in 8 bin kişilik birliği dışında, Yunan ordusu büyük bir yenilgiye uğradı. Kütahya'nın kurtuluşuyla sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Savaşı'ndan sonra Yunanlılar Gediz ve Uşak yönünde hızla geri çekilmeye başladılar. 31 Ağustos'ta savaş kurmayıyla Adatepe'ye ulaşan Mustafa Kemal, Yunanlılar'ın İzmir'i savunacak kuvvetleri kalmadığını saptadı."

ooo

3 Eylül tarihli Le Monde Gazetesi'nde Marie Jego imzalı bir analiz de, depremin ortaya serdiği "devlet yetersizliğinin" paramparça ettiği "Cumhuriyet'in kuruluşundaki tabuları" sıralıyordu.

Bunların başında "devletin baba olduğu" inancı geliyordu. Kendisi de "baba" olarak anılan Devlet Başkanı Süleyman Demirel'in felaketten üç gün sonra Adapazarı'na gidip, çaresiz yurttaşlara "imama yaraşır" bir şekilde, depremin "Tanrı'nın işi" olduğunu söylemesi de, bunun en somut göstergesiydi.

ooo

Le Monde'un sıralamasında "75 yıldan beri, laik sistemin temel direği ve toplumsal gururun simgesi" ordunun ilk kez açıkça eleştirilmesi "kırılan bir başka tabu" olarak yer almaktaydı.

Bütçeden aldığı yıllık pay iki milyar doları bulan, bir milyon askeri ile NATO'nun ikinci en büyük ordusu olan, anında Kuzey Irak'a girip yüzlerce kilometre ilerleyen, güçlü donatıma sahip bir ordunun ilk dört gün boyunca bölgeye asker gönderememesinin "nedeni" sorgulanıyordu.

Sivil Savunma konusu da aynı durumdaydı.

İnsan Hakları Savunucusu Zeynep adlı bir vatandaşımız ise, güvenlik güçlerinin "Cumartesi Annelerini" dağıtmak için anında belirdikleri halde, toplumsal afetlerde bu beceriyi göstermediklerinden yakınıyordu.

ooo

Ünlü Fransız gazetesine göre, depremin yerle bir ettiği bir başka efsane ise "modern Türkiye" inancıydı.

Marmara gibi Türk sanayisinin, ekonomik gelişmenin, turizmin sembolü olan bir bölgede binalar nasıl olur da "kağıttan kuleler" gibi yıkılıp gidebilirdi.

Yorumda, Türkiye Ticaret Odaları'nın ülkedeki inşaatların yüzde altmışının izinsiz ya da denetimsiz inşa edildiğini belirttiği, Türkish Daily News'un İstanbul varoşlarındaki inşaatların dörte üçünün kaçak olduğunu vurguladığı anlatılmaktaydı.

Gecekondular seçim dönemlerinin en büyük taviz konularından biriydi.

Ortaya çıkan tablo "modern Türkiye" söylemi ile çelişmekteydi...

"Dört bir yanımızın düşman ile çevrili olduğu", "Türk'ün Türkten başka dostu bulunmadığı" da, Cumhuriyet döneminin bize her fırsatta fısıldadığı bir propagandaydı.

"Vergi veren" yönetilenler ile "vergiyi harcayan" yönetenler ayrımının bilinçli bir şekilde hafızalara yerleşmediği Türkiye gibi geri kalmış ülkelerde, abartılı bir milliyetçilik, akıldışı bir şovenizm, yönetimleri halkın eleştiri oklarından koruyan bir paravan haline geliyor.

Her yeteneksizliğin, her beceriksizliğin sebebi "dış düşmanlara" bağlandığından, halkın yönetenleri denetlemesi önleniyor.

Le Monde, Cumhuriyet'in kuruluşundaki bu efsanenin de deprem ile uçup gittiğini vurguluyordu. Düşünsenize, ezeli düşman sayılan herkes Türkiye'nin yardımına koştu. Yunanlılar, Ermenistan ve hatta Suriye. Yöneticilerin işi biraz daha zorlaştı. Artık kendi yetersizliklerinin suçunu, eskisi kadar rahat "dış dünyaya" atamayacaklar.

Halk hesabı Ankara'dan soracak.

ooo

75 yıllık tabuların yıkılması için, hâlâ sayısını açıklamaktan çekindikleri boyutta bir can kaybı, kayıplar kadar yaralı, yıkılan binlerce bina, göçük altında kalan yaşam anıları ve harap olmuş bir bölge mi gerekmekteydi?

Tabulara sığınmak yerine, insan aklının özgürlüğüne sahip çıkmak daha önceden gerçekleştirilemez miydi?

Belki de Ankara, Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un "demokrasi manifestosu" olarak nitelenen tarihsel konuşmasını, biraz da böyle bir açıdan değerlendirmeli.

Eleştiri özgürlüğünün eksikliğini 7.4 şiddetindeki bir depremde binlerce ölü, yaralı ve pul pul dökülen inşaatlarla ödemenin gereği var mıydı? Ankara rahat edecek diye, Türkiye harap olmakta.

ooo

Tabusuz toplumlarda deprem fazla tutunamıyor.

Bizde ise, tabuları ancak ülkeyi de tarumar eden çok şiddetli bir deprem sarsmakta...

Belli ki tabular ile deprem arasında ters bir orantı var. Dokunamadıklarımız arttıkça, deprem daha fazla hissediliyor. Tabular azaldıkça ise depremin tahribatı da azalıyor.

Aklın eleştirisi, doğaya karşı daha güçlü toplumlar doğuruyor. Beyinsel bir eleştiriyi, yönetimlerin keyfiliğine terk etmiş olanlar ise eziliyor.

Depremin doğurduğu onca ıstırap yanında, bize bunu göstermesi ve bir kısım tabuyu dümdüz etmesi belki de bir "toplumsal amorti" sayılabilir.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır