Arabaya yüklediği su ve ilaçla, evinde paketlediği giyeceklerle, genç çiftler, yaşlı hanımlar, doktorlar, hakemler, öğrenciler ve diğerleri, bulunduğumuz Belediye Garajı'ndan içeriyi süzülüyorlar. Türkiye'ye tatilde gelen yabancı arkadaşlarımız yemek torbaları yapmak, erzak dağıtmak için seferber oluyor. Bu hem acı, hem de duygulu ve gurur verici bir görüntü.
İstanbul'un en fazla hasar alan ilçesi Avcılar kriz masasında görev almak bizim için önemli bir hayat dersi oldu. Bizler Genç Yönetici ve İşadamları Derneği (GYİAD) bünyesinde topladığımız bazı yardımları yönlendirmek için Perşembe günü belediyenin kriz masasında gönüllü görev yapmaya başladık. İlk günlerde gıda temini ön plandayken, daha sonra aşı ve dezenfektan maddeler acil ihtiyaç haline geldi. Hayatta kalanların en önemli sorunları temizlik, sağlık ve barınma. Gıda ihtiyaçlarının tedariki şimdilik daha kolay. Bir de uzun dönemli düşünülmesi gerekilen psikolojik ihtiyaçlar var ki bunların karşılanması farklı bir uzmanlık gerektiriyor.
Deprem şokunu üzerimizden atlatır atlatmaz, hepimiz çalışmaya koyulduk. İlk gün kimse bu denli bir doğal afetle karşı karşıya kaldığımızı algılayamamıştı. Depremin büyük hasar verdiği il ve ilçeler, felaketin büyüklüğünü ilk günden yaşayıp hissettiler. Tüm Türkiye'nin aynı duyarlılıkla ulaşması için ise bir 24 saat gerekti.
Bu duyarlılık başladığında da, devletin çabasına ivme katıldı. Belki arabasına atlayıp afet yörelerine gelen herkese ihtiyaç yoktu. Ama özellikle de deprem sonrasında bazı sivil toplum örgütleri aracılığıyla biraraya gelen ekipler çok etkin. İlk günlerdeki kargaşa yerini organizasyona bıraktı. Telefonlar işlemeye, bilgi, doğru noktalara ve zamanında ulaşmaya başladı. Ulus olarak belli bir ağırbaşlılık ve birliktelik ruhu hakim olmaya başladı.
Şiddetli depremin Türkiye'nin nüfusu en yoğun yörelerinden birini ve çok sayıda yerleşim merkezini aynı anda vurması büyük bir şansızlık. Üstelik Marmara Bölgesi Türkiye sanayinin kalbi niteliğinde. Şansızlık bir yana, bina kalitesinin düşüklüğü, ölü sayısını affedilmezleştiriyor. Yaşadığımız adeta bir savaş felaketi. Bir diğer zorluk da, bu tür afetlerde görev alacak tam donanımlı ekip sayısının yalnızca Türkiye'de değil, dünyada da sınırlı olması.
Peki suçlu kim? Müteahhitleri veya devleti suçlamak olayı hafifletmiyor. Türkiye'de kanunların uygulanması elbette devletin ve yargının sorumluluğunda. Ancak millet olarak da, hep bir istisna bulma peşindeyiz. Gecekondudan apartmana geçiş kabullenilmiş bir yöntem. Kuralların dışında olmayı seviyoruz. Hatta kurallara uymanın enayilik olduğunu düşünenlerimiz var. Hepimiz suçluyuz.
Deprem sonrasında bizleri uzun soluklu bir mücadele bekliyor. Bir günlük, bir haftalık, hatta bir aylık yardım yeterli değil. Devlet bu yörelerdeki barınma altyapısını kurduktan sonra da 2000 yılında, bu insanlarımızın sağlığı, yemeği, eğitimi ve dayanağı yine bizler olacağız. Bu sorumluluğa hazırlıklı olmalıyız.