Görmeseniz de "Neden böyle" sorusunun cevabını yazayım...
Cevap eninde sonunda gelir "Biz savaş gördük" lafına dayanırdı.
Bu "Biz savaş gördük" formülü hayatın hemen her alanında bir anahtar cevaptı...
"Dede yabancı ülkelerde insanlar hep kuyruk yapıyor sabrediyorlar, sinema kapılarında bile uzun kuyruklar oluyor, sırayı bozmadan bekliyorlar! Bizde neden kimse böyle beklemez."
"Oğlum onlar öyle yetiştiler, savaşta yiyecek kuyruğuna girdiler, beklemeyi öğrendiler, düzenli olmanın sonuçta 'önce ben' demekten daha hayırlı olduğunu biliyorlar. İkinci Dünya Savaşı bunlara o disiplini verdi. Bak şimdi hepsi ülkesini nasıl baştan yarattı. Almanya yerle bir olmuştu, silbaştan yaptılar."
Dedemle bu konuşmalar durup dururken aklıma gelmedi.
Biz 2000'e bir kala savaşı yaşadık!
İkinci Dünya Savaşı'nı yaşayan bütün ülkelerde ayın belli günleri sirenler çalar, bina boşaltma talimleri yapılır.
Türkler için bu duruma şahit olmak bir tür toplumsal deliliğe tanıklık etmek gibiydi... Sirenler çalarken iki Türk arkadaşın birbirlerine en sık söyledikleri cümle "Abi manyak bunlar" diye başlayıp "Paranoyak paranoyak" diye biterdi.
Şimdi böyle düşünecek hal kaldı mı?
Belki çok acı bir şekilde öğrendiğimiz bir ders olarak sivil savunma tatbikatlarına yakında başlarız.
Belki kendi kurtarma ekiplerimizi yetiştiririz.
Belki nihayet insan hayatının değerini faturasını büyük acılarla öğrenmiş olarak anlarız.
Umarım "Bir daha asla" lafı, İkinci Dünya Savaşı müzelerinde yazdığı gibi bizim kafamıza yazılır.
Belki de asla unutmayalım diye yıkılan bir mahalleyi olduğu gibi bırakır ve nesiller boyu hatırlarız. İnşallah bundan sonra kimse gelişi sıkışan yolun gidiş şeridine girerek kendine yol açmaya çalışmaz. Yapacak olsa da bütün bir halk "Sen kafalılar yardım yollarını tıkayıp insanları ölüme mahkum etti" der de artık "Vay uyanık" deyip peşine takılmaz.
Depremin sarsıntısı aklımızdan asla silinmesin.
Bu acıyla yaşamak anlamında değil...
Erken kaleme alınmış bir yazı olacak ama hayatta kalmanın değerini bilmek anlamında!
Sakıp Sabancı Gündemdekiler'de, "Acımız çok büyük ama ölenle ölünmez, morali yüksek tutarak hayata dönmeye mecburuz" dediğinde gözlerinin içinde çalışanlarını kaybetmenin acısı olduğu gibi hiçbir depremin yıkamayacağı bir binada kardeşini kaybetmesinin izi de vardı.
Mukadderattan kaçamazsınız.
Şimdi hepimiz milletçe birbirimize sımsıkı sarıldık, paylaşmayı hatırladık, tek başımıza hiçliğimizi anladık!
Dualar, "Bir daha tekrar bu şekilde terbiye olmayalım" diye yükseliyor.
Bu hatırlatmadan vazgeçmemek lazım...
Yabancı ülkelerde çalan o alarm sirenlerinin gerçek anlamı siren çaldığı anda bu yakarmayı herkesin hatırlamasıyla yayılan mesaj!
Kader çarkı bizim için aşağı geldiği gibi yükselecektir de...
Hele yaraları sararken aldığımız dersi aklımızda tutabirsek... Mutlaka!
Dünyada tek başımıza değilmişiz meğer!
Bütün dünya yardım ekiplerini yolladı.
Bütün dünya bizim felaketimizle yatıp kalktı. Yurtdışında okuyanların yıllarca görüşmediği sıra arkadaşları ne yaptı etti telefon numaralarını buldu, "İyi misin" diye sordu.
Bir nefeslendiğimiz anda herhalde en güzel teşekkürü edeceğiz.
Yaraları sardık, kendimizi baştan yarattık, "Buyrun gelin, yardım elinizi uzattınız, şimdi sizi ağırlamayı bize bırakın" diyeceğiz. Yıkılan evleri eninde sonunda baştan yaparız.
Asıl önemli olan hatalarımızın yıkılması...
Durumu yepyeni bir Türkiye'yi yaratmak, yepyeni bir ruh halini ortaya koymak çabasına çevirmekten başka şansımız yok.
Umudum yanlış yolda ilerlemiş olduğumuzu nihayet anlayacağımız şeklinde...
Bu sadece, bizler iyi insanlar olursak deprem olmaz anlamında değil!
Deprem her zaman olabilir ama vicdanı bilinçlenmiş ortamlarda evler de sağlam yapılıyor, yardım yolları da açık kalıyor.
Kimse "Geçti gitti" demesin, sınav hep vardı, hep sürecek!
Not: Eylül ayı itibarıyla size bazı sürprizlerim olacak, bunları hazırlamak amacıyla kendi hayatımı da reorganize ettiğim şu dönemeçte bir süre ayrı kalacağız. Eylül'de buluşmak üzere...