Telefona sarıldım ama, ne mümkün... Ne aileme ne de bir tanıdığıma ulaşamıyordum. CNN'deki görüntüleri izledikçe dehşete kapılıyordum. Çaresizlik içinde, hiçbir şey yapamadan beklemek, Türkiye'ye bir an önce ulaşamamak kahrediyordu.
Ertesi sabah 08.30'da milli takım kafilesi ile yurda dönebildik. Depremi İstanbul'da yaşamamıştım. Ailemi sağ bulmaktan mutluydum. Ancak felaket o kadar büyüktü ki, kahrolmamak mümkün değildi.
Devlet de şaşkındı. Deprem bölgesinin büyüklüğü ve hazırlıksız yakalanmaktan dolayı gerekli müdahale yapılamamıştı. Koordinasyonsuzluk had safhada idi. Yıkılan inşaatları yapanlar ve izin verenlerin ihmalleri insanları çıldırtıyordu. Bir büyük yalnış da, medyanın bir bölümünün halen sürdürdüğü yayın anlayışı. Sorumsuzca felaket tellallığı yapıyor, sadece suçluyor, panik yaratıyor, insanları tahrik ederek kin ve nefret duygularını körüklüyor. Ne yazık ki, patronları da tiraj ve reyting uğruna bunlara gözyumuyor. Tek teselli, milletimizin kenetlenmesi, insanımızın felaketi yaşayanlara yardım için gösterdiği büyük katılım. Bu çabalar, felaketin yaralarının sarılması, ülke olarak yeniden şahlanmamız için büyük bir umut...
Bu şartlarda spor düşünmek, futbolu yazmak hiç içimden gelmiyor. Düşünemiyorum. Yiyorum, içiyorum, toplum içinde sağlam görünmeye çalışıyorum ama, mümkün olmuyor. Yardım çığlıkları hep kulaklarımda. Evimde haberleri izlerken hep ağlıyorum.
Üzüleceğiz, kahrolacağız, ağlayacağız, sorumlulardan mutlaka hesap soracağız. Bu kaçınılmaz. Ancak bugün yapmamız gereken en önemli şey, kendimize "Benim yardım bekleyen insanlara katkım ne olabilir? Daha neler yapabilirim?" diye sormak ve gücümüz yettiği kadar, bu kötü günlerinde onlara destek olmaktır.