Yıkılan sadece binalar değil, onbinlerin umutları, anıları, bir şehrin tarihi.
Ölenle ölünmüyor ama en azından, zamana dayanıklı olmayan hafızaların diri tutulması mümkün. Tıpkı, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanlar'ın yaptığı gibi. Adapazarı'nda, İzmit'te, Yalova'da, Gölcük'te, şehrin en merkezi yerinde yıkılan binalardan hiç değilse birinin, ibret abidesi olarak korunması gerek.
"Devletimiz büyüktür, yaraları sarar" sözleri kimseyi tatmin etmiyor. Küçük çaplı bir araştırmadan sonra, Varto depreminden bu yana devletin, doğal afetlerden zarar gören vatandaşlara 22 bin konut borcu bulunduğunu öğreniyorum!..
Enkazın, acıların büyüklüğü, tam da belini doğrultmak üzere olan ekonominin ayağını yerden kesiyor.
Maliye Müsteşarı Erdoğan Öner, bütçe imkanlarını gözden geçiriyor. Hazine Müsteşarı Selçuk Demiralp, dış yardımları organize ediyor. Gelirler Genel Müdürü Akif Hamzaçebi depremden zarar görenlerin vergi borcunu erteleyen kararı hazırlarken vergi gelirlerinin nasıl etkileneceğini hesaplamaya çalışıyor. Halkbank, Ziraat Bankası yöneticileri kredi borçlarını askıya almanın kaçınılmaz olduğunu farkediyor. Dış Ticaret Müsteşar Vekili Kürşat Tüzmen, ihracatın nasıl sekteye uğrayacağını öngörmeye çabalıyor.
Ancak, hükümetin, depremden etkilenen merkezleri, "afet bölgesi" ilan etmesi yeterli olmuyor. İşte bu noktada, fikirbabalığını DPT eski Müsteşarı Yıldırım Aktürk'ün yaptığı "Ekonomik Olağanüstü Hal" tercihi gündeme geliyor. Telefonda, Ankara Sanayi Odası Başkanı Zafer Çağlayan, elinde Anayasa... Başlıyor okumaya.
Anayasa'nın 119. maddesi: "Tabii afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir."
Madde 121: "Olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir."
İlk şok atlatıldıktan sonra sivil olağanüstü yetkilerin kullanılmasını ciddi ciddi düşünmek gerekiyor. Bir yandan açılan yaraların sarılması, diğer yandan başlayan reform çalışmalarının sürdürülmesi, hatta ilave gelir arttırıcı önlemler alınması için klasik yöntemlerle kaybedecek vaktimiz olmadığı görülüyor.