kapat

03.07.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
intermerkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ALİ KIRCA(alikirca@sabah.com.tr )


Sessiz tören

Aşağıda okuyacağınız yazıyı bundan üç yıl önce kaleme almıştık. Eski gazetemizin bir köşesinde, "okuma ömrü" birkaç dakika süren yazılardan biriydi.

Bütün köşe yazıları gibi, hızla tüketilip gitmişti.

Lakin, solunum cihazına bağlayıp biraz daha yaşasın diye "Hazan Mevsiminde Aşk" kitabımıza almıştık..

Bugün yeniden bir "köşe yazısı"na dönüşmesinin "sebeb-i hikmeti"ni, yani "meram"ımızı sonunda söyleyeceğiz.

Ama önce, 1996 tarihli ve "Mezrada öğretmen olmak" başlıklı "o" yazı:

"Dün üç öğretmeni öldürdüler.

Mezrada öğretmendiler.

Sadece birisi Güneydoğulu'ydu.

Şimdi herkes, neden öldürüldüklerini soruyor.

Neden öldürüldükleri az çok belli oysa.

Bundan öncekiler neden öldürüldüyse, Kahramanmaraş mezralarındaki üç öğretmen de ondan öldürüldüler.

Bir bayram kutlamasına hazırlanan üç genç öğretmenin köhne bir lojmanın döşemelerinde uzanan ölülerinden kim neyi bekliyorsa onun için öldürüldüler.

Soru niçin mezrada öldürüldükleri değil, niçin mezrada öğretmen olduklarıdır.

Ülkenin bambaşka köşelerinden kopup gelen üç genç adam, neden mezrada öğretmen oldular?

Ölmek ya da öldürülmek riski bir yana, neden çileli bir yolun kahıkâr yolcuları oldular?

Bu soruyu gidenler için sormalı.

Gitmeyenler için de sormalı.

Oysa dün bayramdı.

Çocukların ve elbette öğretmenlerin de bayramı.

Bugün de futbolseverlerin bayramı.

Galatasaraylılar'ın ve Fenerbahçeliler'in bayramı.

Sonuçta sadece bir taraf sevinecek de olsa, gün boyu futbol bayramının heyecanı sürecek.

Akşam olacak.

Gün batımına yakın başlama vuruşu...

Maç başlayacak.

Tribünlerde sarı-kırmızı-lacivert renklerin coşkusu.

Atılan, atılamayan goller.

Ve sonuçta kupa, sarısında kırmızı ya da lacivert olan renklerden birinin ellerinde yükselecek.

Bir taraf çılgınca sevinecek.

Bir taraf kederlere düşer olacak.

Onlar Galatasaray ve Fenerbahçe'dir çünkü.

Türkiye'nin taraflarıdır.

Birinin sevindiğine ötekinin sevinmesi mümkün değildir.

Birinin kederlerine yek diğeri üzülmez, üzülemez.

Tarihsel rekabet ırmağının karşı sahillerinde yer alanların, ortak duygularda buluşması beklenemez.

Evet, onlar Türkiye'nin renkleri ve taraflarıdır.

Onlar Galatasaray ve Fenerbahçe'dir.

Güneydoğu'da taraflar kimlerdir peki?

Ya da gerçekten taraflar var mıdır?

PKK'yı ve güvenlik güçlerini bir tarafa koyabilirsiniz belki.

Dün mezrada öldürülen öğretmenler hangi tarafta?

Köyleri yakılanlar, boşaltılanlar, göç edenler, Hakkari çöplüğünde eşinenler ne tarafta? Ölen askerlerin ve ölen PKK'lıların anneleri ne tarafta?

Bölgenin Meclis'teki ya da zorunlu olarak Meclis dışındaki siyasetçisi, yerel yöneticisi hangi tarafta?

Ülkenin doğusunda yaşayanlarla batısında yaşayanlar gerçekte ayrı ayrı tarafta mı?

Gerçekten taraflar var mı?

Taraflar varsa, renkler bir ırmağın iyi yakasındaki sarı-kırmızı ve sarı-lacivert çizgiler kadar ayrılmış olsa, birinin sevindiğine öteki üzülecek.

Ölen üç öğretmene sevinen var mı acep?

Galibi ve şampiyonu bulunmayan bir maça çıkan ve gerçekte taraf olmayan tarafların sürdürdüğü bu bitmeyen, gergin 90 dakikalar anlamsız gelmiyor mu size?

Sonunda bir hakem çıkıp, `İkiniz de kaybettiniz' diyecek.

Ve herkes birbirine bakacak, `Biz mi?' diye soracak. Evet biz. Evet siz.

Ama ne yazık ki mezradaki üç öğretmen göremeyecek:

Ne o kaybedilen kupanın sessiz törenini ne de bu akşamki Galatasaray-Fenerbahçe şölenini."

Evet, böyle bitiyordu üç yıl önceki yazımız...

"Mezrada öldürülen üç öğretmen" sözcükleri o günlerde bir haberin içindeki "ruhu olmayan" satırlardan birini oluşturuyordu yalnızca... Ak kağıt üstündeki kelimeler, "acı"yı anlatsa da "acı"nın kendisi değildi asla...

"Acı"nın kendisiyle, iki hafta önce, bir Mudanya akşamında, sahilde düzenlediğimiz "Siyaset Meydanı"nda tanıştık.

Mezradaki üç öğretmenden birinin babası tam karşımızda oturuyordu.

Yüreğimiz "acı"dı...

"Ruhu olmayan" satırlardan oluşan o haber, o an hayatın kendisine dönüşüp, yüzleşti haberi yazan ve okuyanla...

***

"Taraf"lardan biri kaybetmişti.

İmralı'daki Mahkeme Divanı'nda görüldü hesap...

Yıllardır tarifsiz "evlat ve kardeş acıları"yla yürekleri tıkanan anneler, babalarla kardeşleri ve şehitlerin eşleri, o an yağmur bulutu gibi boşaldılar.. (Bu satırların yazarı mahkeme aralarında elini tuttu o annelerin.. Şayet varsa, "abartıyorlar" diyenler; söylemeye dilim varmıyor ama "şov yapıyorlar" diye söylenenler; çeksinler uğursuz dillerini içeri... Ve cevabını versinler tek bir sorunun:

"Sizin hiç oğlunuz öldü mü?")

***

Lakin... Aklımızda almadı yüreğimizin almadığı kadar, şu "şehitler bayramı" teranesini...

Mahkemeden, yorgun bedenlerine yıktığı ağır yüklerden bir ölçüde kurtulmuş olarak çıkanların önünde çaldırılan davul-zurnaları görünce içimiz acıdı.

Kulakları sağır eden davul-zurnaların, yüreklerinin kulaklarına dek ulaşabildiğini hiç düşünmedim.

Hesap Günü'ndeki o "karar anı"ndan sonra bir an önce evlerine ulaşmak istediklerini biliyordum.

Evlerine ulaşmak ve sessiz acıların sonsuzluğunda hep yirmi yaşında kalan ve kalacak olan çocuklarıyla kucaklaşmak istediklerini...

O çok özel ve o çok "sessiz tören"in sesini biz hiçbir zaman duymayacaktık...

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır