kapat

03.07.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
intermerkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CAN DÜNDAR(cdundar@sabah.com.tr )


Kuyu

Hayatınızda hiç kuyunuz oldu mu? diye soruyordu beni hiç mektupsuz bırakmayan bir sevgili okurum geçenlerde...

O'nun olmuş; "Hayatımın büyük bölümünü kaplayan bir kuyu hem de... Kimbilir kaç dolunayda gittim, ses verdim, yıldızlar attım, kahkahalar savurdum, gözyaşı döktüm kuyuma" diyordu. Sonra bir gün terk etmiş kuyusunu... Umutlarla kapatmış üzerini...

Gömmüş yalnızlığını...

***

Hepimizin bir kuyusu var elbet...
En derine gömdüğümüz kaygılarımızı, ihtiraslarımızı, tutkularımızı saklayan, en mahrem sohbetlerimizi paylaştığımız, en cesur itiraflarımızı haykırdığımız bir kuyu, utandığımız anılarımızın yatağı... Endişelerimizin barınağı...

Hepimiz düşer çıkarız bu kuyulara... Lakin sonunda kimimiz kuyumuzu kapatır gömeriz; kuyuya kapanıp gömülür kimimiz...

ODTÜ Felsefe Bölümü'nden Prof. Dr. Ahmet İnam, "Doğu Batı" dergisinde ruhumuzun kuyularında bir hafriyata girişiyor:

"Zaman zaman düşeriz kaygı çukuruna" diyor, "İçimiz yanar, yüreğimiz burkulur, rahatımız kaçar, huzurumuz uçar gider. Ama çukura çakılıp kalmayız. Çukurun devamlı sakinlerinden olmayız. Çukur bir tünele dönüşür, umut ışığı yanar, çıkar gideriz."

Bir de "çukura düşücüler"den söz ediyor Prof. İnam: "Çukur onların yolları üzerindedir hep... Çukurdan çıktıklarında kendilerini yaşam karşısında savunmasız hissederler. Kaygılarıyla bir koza gibi örmüşlerdir ruhlarını... Kaygıdan kurtulmak için kaygıya dönmek zorundadırlar."

İlk kategoridekiler, kaygılarını bir enerjiye dönüştürüp yaşama tutunmak için kullanılarlar. İkinciler ise sallanıp dururlar bir boşlukta... "Ne kuyudan çıkış isteği, ne de kuyunun karanlığına çare bulma kaygısı taşırlar."

Kaygı kuyusunun çekim gücüne bedenemizden ve duygularımızdan örnekler veriyor İnam: "Çukur düşücü", bir yeri ağrısa "Ya kansersem" diye tutturur. Bu soru işaretinin çengeline asılıp çukurun girdabına sürüklenir. Bedeni ağrımayacak olsa da ağrımaya başlar zamanla... Kaygı, hapseder vücudunu... "Ya yalansa dedikleri?.." sorusuna takılır kalır... "Ya aldatıyorsa beni?.." diye kuyuyu kendine dar eder. Gizliden gizliye suçluluk hisseder. Pişman olur, kendinden tiksinir. Hep eksik, hep yanlış, hep bir şeyleri kaçırıyor olmanın ağır yüküyle sarıldıkça hayatın ipine, hepten çöken kuyunun dibine...

"Kaygı çukuruna düşmüş bu insanları yönetmek bir iktidar için ne kolaydır" diyor İnam... Bir de tersinden soruyor: "Yoksa bu türev kaygıları yaşayanlar asi olup, teröre mi başvururlar?

***

Bilmem farkında mısınız, son yıllarda "kendini yakan" insanların alevi sardı ortalığı... Pek alışık olmadığımız türde bir öfke ve intihar türü bu... Bir gün kendini liderine feda etmiş bir kadının bedeni ateş alıyor, bir başka gün gecekonduda bir dul, evlilik hayalleri yıkıldı diye tutuşturuyor derisini... Ertesi gün kızgın bir adam, karakol kapısında küfür yedi diye ateşe atlıyor.

Benzini boca edip çalıyorlar kibriti kendi bedenlerine... Saçlarının alevi, giderek küçülen bir ateş topu gibi süzülerek dalıyor kuyunun derinliklerine... Kaygılandırmıyor bizi onların kaygısı... Ateşleri yakmıyor tenimizi...

Kuyulardan delik deşik olmuş bir yolda düşe kalka yürür gibi yaşıyoruz hayatı... Çukur çukur olmuş bir kalple...

İki ucu var tepkilerimizin. Kimimiz bir endişe kuyusuna dalıyoruz, kimimiz daha derin bir "aldırmazlık kuyusu"nun girdabına...

Ya siniyoruz kuşkudan ya da umursamıyoruz bile... Artık hiçbir "şok haber" şok etmiyor bizi... Alışkanlık, kemiriyor benliğimizi... Her hafta yeni bir "düşman" boy gösteriyor ekranlarımızda... Sıkılıyoruz ertesi hafta yenisini görmedik mi... yanık ten kokusuna bile alışıyor burnumuz...

***

Peki "kuyudakiler" için ne yapmalı?
"'Dert etme' demek yanlıştır. Çünkü kaygı, bir yaşama sorumluluğudur aynı zamanda. Dünyayı umursamaktır" diyor Prof. İnam... "En iyisi bir ayna vermek onlara" diye ekliyor: "Çünkü çukura düşücülerin kendileriyle yüz yüze ilişkiye gereksinimleri vardır. Ruh, çukura düşmüş, orada çukurun dışını, insanları, evreni unutmuştur. Çukurda kendi dünyasının çamuruna batmıştır. Dünyası küçülmüş, yaşama enerjisi boşa akmaya başlamıştır. Onlara kendi içlerindeki sesi dinlemelerini söyleyin."

***

Bu akşam haberleri izlerken yanan bir beden görürseniz, doğruca gidip aynaya bakın.. Kuyunuzdan çıkarın başınızı ve dikkatlice bakın: Umursarsanız onu, sizin de yüzünüz yanar, kızarırsa gördüklerinizden, burnunuz düşerse ten kokusundan, o alevin harı, umut ışığınız olabilir. Kuyu, bir tünele dönüşür o zaman, yalnızlığınızı gömer, yaşamın ipine tutunur, çıkar gidersiniz.

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır