Aynı maçı, aynı donukluğu ve aşağı-yukarı aynı farkı dün Paris'te tekrarladık.
Bu turnuvada Milli Takımımız'ın başa baş oynayamayacağı iki ekip var: Yugoslavya ve Litvanya... Diğer takımların hepsini yenebileceğimizi, yenilsek bile son saniyeye kadar terleteceğimizi göstermiştik zaten...
Ne talihsizliktir ki, Sydney Olimpiyatları gibi tarihi bir hedefle aramıza Litvanya girmişti. Üstelik de, Ufuk ve Mirsad'ın forma giyemediği bir günde...
İlk turun ardından, Antibes'de oynadığımız İtalya maçını çok arayacağımızı yazmıştım. O maçta son topu doğru kullanıp galip gelebilsek kaderimizi kendi ellerimizle çizecektik. Büyük olasılıkla, şimdi İtalya'nın yerinde yarı finalde olacaktık. Bizim ecel terleri döktürdüğümüz İtalya ve Fransa, şu anda madalya hesapları içinde... Çeyrek finalist olmayı, Fransa'nın 18 sayı geriden gelip Slovenya'yı yenmesine borçlu olan İspanya, olimpiyat vizesi aldığı için zil takıp oynuyor.
Milli Takımımız da, böylesi sevinçleri hak etmişti. Ama minicik hatalar bizi yarı finalden, olimpiyat yolundan çevirdi. Tek kelimeyle "yazık" oldu. Bu genç takım, Sydney'de bir olimpiyat havası soluyabilse, 2001'de evsahibi olduğu Avrupa Şampiyonası'nda bambaşka bir özgüvene sahip olacaktı.
Dünkü Litvanya maçının en iyisi 14 sayı, 11 ribaundla oynayan Mehmet Okur'du. Yorgunluğun altında ezilmeye başlayan Kerem ve Hüseyin, ortalamalarından uzak kaldılar.
Son maçı Almanya ile oynuyoruZ. Kazanırsak, 97'den bir adım ileri gitmiş olacağız. Ama Fransa'ya son anda kaybedilen o çeyrek final maçı, aklımızdan hiç çıkmayacak.