Adı: Danny, 40 yaşlarında olmalı, belki daha fazla ama 'fazla' kısmını göstermiyor. Bu tiplere 'küsüratsızlar' diyorum ben. New York Şehri'nin postanelerinden birinde çalısıyor. Posta memuru. Artık elektronik posta dönemine girdik pullu posta öldü sanıyorsanız, aldanıyorsunuz. (Allah aşkına Türkçe konuşurken elektronik-postaya 'e-mail' ya da 'mail' demeyin! Bunun Türkçe adı: e-posta. Lütfen anadilinizi küçümsemeyin, özentili davranmayın!) ABD gibi dünyadaki en büyük internet kapasitesi olan ve e-posta kullanımı çok yaygın bu ülkede bile geleneksel, allı-pullu posta son derece fazla kullanılan, kullanımı özendirilen bir iletişim yolu.
Danny, orta boylu, kırmızıya çalan sarı kıvırcık saçlı, ince, hatta çelimsiz sayılacak bir adam. Parmaklarına bakılırsa evli değil ama "Danny bugün izinli mi?" diye sorduğum bir gün, Amerika'da çok rastlanan bir hikâyenin benzeri; uzak bir eyalette filanca bir eski evlilikten bir oğlu olduğu kulağıma çalınıyor.
Genellikle neşeli, bazıları asabi de olsa sık sık kahkalar atan ama ciddi bir insan. Laubalilikle, samimiyeti birbirine karıştırmayan yetişkin bir ruhu var. İşini çok seviyor Danny, işini seven bütün insanlar gibi onu ciddiye alıyor. İşiyle ilgili konularda çok bilgili ve kendinden emin. Arkadaşları içinden çıkamadıkları bir durumda hemen Danny'e danışıyorlar. Hangi boy kutu, hangi içerikle, hangi çeşit çuvala konarak, hangi ülkelere gönderilir? Daha öbür memurlar kataloglara bakmadan Danny ezbere yanıtlıyor.
Hangi ülkede hangi para birimi kullanılıyor? Danny ezbere biliyor. Hangi diktatör hangi ülkede kendi halkına işkence yaptırıyor? Danny hemen söylüyor. Hangi böğürtlen tipinde en fazla antioksidan ve C vitamini var? Danny çoktan anlatıyor. Bu arada antioksidanların kansere karşı nasıl etkili oldukları ve bu nedenle meyve tüccarlarının şimdi bu konuyu nasıl sömürdüklerine dair kısa ve etkili bir nutuk atıveriyor.
O sırada postanede bulunan müşteriler zevkle, yaşlı kadınlar hayranlıkla dinliyor onu. Ardından birbirlerini daha önceden tanımayan bu insanlar konuya ilişkin sıkı bir sohbete koyuluyorlar. Hemen her yanıtında hızlı, kendisiyle gurur duyan bir sesle ve eleştirel konuşan Danny o zaman bir zafer ifadesiyle başını öne eğiyor, dudaklarında muzip bir gülümsemeyle pulları damgalıyor. Bazan da genç ve güzel kızlarla ilgili espriler yapıyor, bu zaman da yüzünde çapkın bir ifade beliriyor ki, bu ifade onun hâlâ genç sayılacak bir erkek olduğunu hatırlatıyor insana. Bu genç ve güzel kız esprilerinin, hep birbirine benzer durumlarda ortaya çıktığını seziyorum.
Amerika'daki postaneler klimalı, temiz ve aydınlık mekânlar. Posta hizmetleri vatandaşlara en güvenilir ve pratik yollardan sunulmak üzere sürekli yenilenen ve modernleştirilen bir sektör. Postanelerde sıraya girmeyen müşterilerin işi görülmüyor. Bizdeki 'uyanık vatandaş' tipi burada ne postane, ne banka ne de başka bir özel kurumda ya da devlet dairesinde kabul görüyor. Elinde mektupları, paketleri ya da posta çekleriyle kuyrukta dikilen müsteriler, işi biten posta memuru 'sıradaki lütfen!' diyerek seslenmeden yerinden kımılda(ya)mıyor. Yani herkes sabırla beklemek zorunda.
Durum böyle olunca, kimse kimseden dirsek yiyerek yerini başkalarına kaptırmanın keyifsizliğini ve asağlanmışlığını yaşamıyor. Kent kültürü bu kültüre yabancı olan yerli ve/veya dışarlıklı herkese kurallar konularak öğretiliyor. Kentler birarada, kaos ve kargaşa olmadan yaşamanın sivil kurumlarca sağlandığı bayındırlık birimleridir, hani bizlere yurttaşlık (şimdi adına vatandaşlık:VAT) bilgisi denen derslerde ezberletirler de, uygulandığını pek göremeyiz ya... Çünkü bize asıl önemli olanı; sivil denetlemenin halk, yani bizler tarafından yapıldığını anlatmayı nedense unuturlar(!) Keşke denetleme gücümüz olduğunu sık sık hatırlasak..
Danny, 'sıradaki lütfen!' diye seslenince kuyruktaki bütün müşteriler ona koşmak istiyor. Hayır, postanedeki öbür memurlar kaba ya da suratsız olduklarından değil, bu Danny'nin özel albenisi ve kişisel çekimi! Bunu bana söylediklerinde gülmüştüm ama yemin ederim, bu adam postaneye gidip bir mektup atma işlemini bazan gününüzün en güzel, en neşeli, bazan da en düsündürücü olayına çevirmekte gerçekten usta. Bir kere kültürlü ve heyecanlı bir insan. İkincisi iyi hikâye anlatma yeteneğiyle doğmuş. Bu iki özellik aynı kişide buluşunca onlar ne iş yaparsa yapsın insanları mıknatıs gibi kendilerine çekerler, bilirsiniz.
Yeni çıkan bir pul üzerinde basılı bir yazar, ya da aktirist resmiyle ilgilendiğimi görünce başlıyor hemen o kişi üzerine konuşmaya. Fakat açıklamalarının ardından mutlaka kişisel siyasi görüşünü bağıra bağıra açıklamazsa çatlıyor. "Bu ülke kapitalizm için her şeyi göze alır. Çinli ve Afrikalı-Amerikan vatandaşlara yapılan aşağılamalar bu pullarla gönül alınacak cinsten değildir. İste bu nedenle ben sosyalist bir Amerikan vatandaşı olarak..." Danny, asıl sözünü en sona bırakan tiyatro aktörleri gibi oynuyor rolünü!
Ne kadar eleştirel olsa da bütün Amerikalılar hatta entellektüel Amerikalılar gibi Danny de bütün kusurlarına karşın, son kertede ABD'nin dünyanın en demokratik ve özgür devleti olduğunu gururla açıklayacak kadar milliyetçi.
"Demek geçici olarak buradaydınız ve döneceksiniz," diyor ilgisiz davranmaya çalışarak, üzgün bir sesle. "Eee, Türkiye'de durum nasıl? Mr. Öcalan yakalandı, yeni hükümeti Mr. Ecevit kuruyor. Ekonomi ne durumda?" Hınzır hınzır gülümsüyor zarflarımı tartıp, üzerlerine özenle değişik pullar seçerken. Bana sorduğu soruların yanıtlarını nasılsa bildiğinin ikimiz de farkındayız da, o kendini tiyatro sahnesinde başrolde sandığı ve biz müşteriler de bu aktörü pek sevdiğimizden oyunu sürdürüyoruz. Fakat bu kez oyunda yazılı olmayan bir replik atıyor Danny ve aniden yandaki gişede çalışan arkadaşına dönüp neredeyse azarlar gibi, "İşte bu kentin en kötü taraflarından biri de gelenler kadar gidenler de olması!" diye bağırıyor beni göstererek. Hepimiz şaşırıyoruz.
"Size İstanbul'dan bir kart postal atarım. Türk pullu ilk kartınız olur," diyorum, bir yıllık yoğun postane dostluğumuzun hatırına.
"Benim dünya gezginliğim de pullarla zaten," diyor. "Sizin uçan halınız gibi ben de pullara binip uçuyorum." 'Uçan Halı'nın bize değil, Arap folklörüne ait olduğunu anımsatmak için ağzımı açıyorum ama bütün Müslüman ülkeleri tek bir kültüre indirgemek cehaleti ve körlüğüne inatla devam eden Batılılar'ı eğitmekten bıkmış olarak susuyorum. Oysa İngiliz ve Amerikalılar aynı dili ve dini paylaşmalarına karşın ne kadar farklı kültürlere sahip olduklarını sık sık hatırlatıyorlar bizlere...
O sırada birdenbire o malum genç kız fıkraları anlatmaya başlıyor Danny. Bu fıkralara dünyanın her yerindeki orta yaşlı erkekler bayılıyorlar. Postanede bulunan erkek müşteriler çok gülüyorlar bu esprilere... Aman aman!!! Bakıyorum postanenin kapısında oğlum belirmiş, yanında babasıyla. Danny hep böyle zamanlarda genç kız fıkraları anlatır zaten...