kapat

14.06.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
micro
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
COŞKUN KIRCA(ckirca@sabah.com.tr )


Niyet tahlili

Her siyasi oyunun her oyuncusu diğer oyuncuların niyetleri hakkında tahminler yürütmek zorundadır. Tabiatiyle, aynı zamanda onların niyetlerini gerçekleştirme imkânlarına ne ölçüde sahip olduklarını da doğru tahlil etmek lazımdır. Bu niyetler, eğer gizlenebilir türdense, onları tahmin edebilmek, tahmincinin, eski Romalı hukukçuların nefis deyimiyle, "iyi bir aile babası" gibi sağduyuyla hareket etmesini gerektirir. Herhalde diğer oyunculara onların çıkarlarına açıkça aykırı niyetler atfetmek, ilke olarak doğru değildir. Fakat, tahmincinin, öteki oyuncunun kendi çıkarlarına nesnel olarak aykırı düşmesine rağmen, özellikle sabit fikir ya da ideolojik saplantı yüzünden bazı niyetler besleyebilmesi ihtimalini de hesaba katması gerekir. Herhalde ötekilerin niyetleri hakkında tahlil yaparken, olaylarla olsun, mantık yoluyla olsun doğrulanması imkânsız olan görüşler ortaya atmak tahminciyi yanlışlığa sürükleyebilir. İşte komplo nazariyeleri bu tarz hatalarla mâluldür. Meselâ, işimize gelmeyen her olayın altında CIA'nin parmağını devamlı olarak aramak, bu izahı vereni tam olarak tatmin edebilse de bu tarz bir görüştür. Bundan başka, oyuncunun ötekilerin niyetleri hakkında tahmin yaparken, toplumbilimcilerin "ters etki" dedikleri olguyu da hesaba katması zorunludur. Zira öyle niyetler vardır ki onlara ulaşmak için başlatılan süreç, niyet sahibinin hedeflemediği nesnel sonuçlara da götürebilir.

AB bizden ne istiyor?
Kamuoyumuzda son zamanlarda tartışılan konulardan biri de, Avrupa Birliği üyesi devletlerin Türkiye'yi bölmek isteyip istemedikleridir. AB devletlerinin bu maksatla bilinçli olarak bir plan hazırladıklarını iddia etmek zordur. AB üyesi hükümetler, kendi nesnel çıkar veya ideoloji farklarından ötürü Türkiye'ye aynı prizmadan bakmıyorlar. İçlerinde Kosova ile Güneydoğumuzu kıyaslayanlar olduğu gibi, böyle bir söylemi büyük hata sayan dostlarımız da var.

AB, bizden Kürt asıllı vatandaşlarımız için bir "siyasi çözüm" istiyor! Ne demek bu? Tamamiyle demokratikleşmek demekmiş! Anlaşıldı da tam demokratikleşmek ne demek? Bu tarz söylemler, alınması istenen tedbirleri somut olarak belirlemezse, muğlak kalır ve muğlak kalınca içerebileceği değişik ihtimallere göre endişe sebebi olması kaçınılmaz olur. Bir de "Kopenhag ölçütleri" lafı var. Bu metne bakarsak, bu ölçütlerin Türkiye'nin kendisini AB'ye beğendirebilmek için ne yapması gerektiğine dair somut işaretler içermediğini görürüz. Türk vatandaşlarının Türkçe dışındaki yerel ağızları öğrenebilme hakkından hangi etnik menşeye sahip olurlarsa olsunlar (yani tekil devlet ilkesini zedelemeden) faydalanabilmeleri mi; yoksa, Türk vatandaşlarından bazılarını etnik menşelerine göre özel haklara sahip "milli azınlık" haline getirmek mi; ya da belirli bir bölgemize İspanya'daki gibi siyasi özerklik verilmesi mi; veya nihayet Türkiye'nin federe devletlere bölünmesi mi söz konusu? Belli değil! AB üyelerinin hepsinin aynı hedefi güttüğü söylenemezse de, bu konuda tam bir belirsizlik mevcut olduğu da meydanda! İşte Türkiye için endişe verici olan budur. Bu konuda Türkiye'nin iyice tartması gereken bir husus da, "siyasi çözüm" her ne olacaksa tekil devletin yok olmasına veya hatta -AB üyelerinin arzu etmediklerini açıkça belirtebildikleri tek husus olmasına rağmen- ülkenin parçalanmasına zamanla yol açabileceğidir. Tarih bu konuda birbirinden çok farklı örneklerle doludur. Bu tedbirlerin en masum sayılanı bile, şartlara göre, belirli bir ülkede milli bütünlüğü bozmamışken, bir başkasında bozmuş olabilir. Bu bakımdan Türkiye, gereksiz rizikolara katlanmadan tarihi bir perspektifle kendi şartlarının ne olduğunu iyice tartmak zorundadır. Türkiye ayrıca, alınacak tedbirin kendi halkının çoğunluğu tarafından hazmedilebilir olmasına dikkat etmek zorundadır. Zira halkın çoğunluğu alınacak tedbiri hazmedemeyecekse, o tedbir milli bütünlüğe hizmet etmek şöyle dursun, tam aksine eğilimleri teşvik edebilir ve en büyük zararı, lehlerine alındığı sanılan vatandaşlar için getirebilir.

Aşırı iyimserlik gereksiz
AB bizden ne istiyor? Açıkça söylemiyor; ama, komplo hayalciliğine katılmaksızın endişelenebilmemiz için bazı makul sebepler de var. Eğer Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanlığı'nda oturmuş bir zat, kamuoyumuzda bir ara bazı kendini bilmezlerimiz tarafından pek gürültüsü yapılan "bask modeli"ni bize tavsiye edebilmişse; eğer AGİT Parlamenterler Meclisi'nin Türkiye için raportör seçtiği bir Avusturyalı milletvekili bize aynı tavsiyede bulunabilmişse; eğer bir pek önemli yabancı Büyükelçi Bay Özal'dan esinlendiği bahanesiyle pek de gizlemeye ihtiyaç duymadan federasyon haline gelmemizin propagandasını yapabilmişse; eğer bir AB ülkesinde başbakanlığa gelebilmiş bir cahil Kosova ile Güneydoğumuzu aynı kefeye koyabilmişse; ve nihayet, eğer "The Economist" gibi pek nüfuzlu bir dergi, tam demokrasi sayılabilmemizin şartının, Fransız Anayasası'ndaki bölünmezlik ilkesini ve Amerikan iç savaşında Lincoln'ün savunduğu Birlik'ten çıkılmasını reddeden tezi unutup, Bask, Güney İrlanda, Katalan, İskoç ve Korsikalılar'a tanındığını söylediği gibi, bir kısım vatandaşlarımıza devletten kopma hakkını tanımamız olduğunu yazabiliyorsa, bu densizliklerin AB üyelerinden bazılarının hükümetlerince de benimsenmiş olduğu veya benimsenebileceği ihtimalini hiç yok saymak fazlaca bir iyimserlik olmuyor mu? Yabancılar ne yaparlarsa yapsınlar hepsinin altında Türk düşanlığı aramak ne kadar yanlışsa, yabancılarda herhalde sadece iyiniyet görmek de o kadar yanlış oluyor.

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır