Vatandaşı zorlamayın..
Okumuş yazmış takımı, ille de sanatçı taifesi, ahalinin başına çorap örmekten hiç vazgeçmiyor.. Haberi önceki gün Anadolu Ajansı geçmiş, arkadaşlar da bir kopyasını getirip masaya bırakmışlar, o sayede gördüm.. Yüreğim hopladı..
Ayvalık ilçesinde, yaradılıştan var olan "kültürel ve sanatsal zenginliği canlandırmak" amacıyla harekete geçilmiş.. İlçede "Yaylı sazlar ve oda müziği kursu" açılması kararlaştırılmış..
Prof. Dr. Filiz Ali koordinatörlüğünde gerçekleştirilecek kursda ünlü sanatçımız Suna Kan'dan başka viyolonsel virtüözü Michail Khomitzer, Lucas Davis ve viyola sanatçısı Hartmut Lindemann tarafından meraklılarına ders verilecekmiş..
***
Yakın bir gelecekte düzenlenmesi planlanan "Geleneksel" Ayvalık Sanat Festivali'nin ilk adımı olarak kabul edilen bu kursa katılmak üzere başvurma süresi 15 Ağustos'ta bitiyormuş.. Kurs da Eylül 15-25 tarihleri arasında.. Yani toplam on gün..
Bir de konser verecekler..
İşin buraya kadar olan faslına diyecek lafım yok, katılan katılır.. Kendisinin bileceği iş.. Katılır, cezasını çeker.. Lakin kurs sonunda Ayvalık'ta bir de konser vereceklermiş ki işte burası ahalimizi zorlar..
İşin müzik tarafını kastetmiyorum.. Gerçi ahalimizin keman, viyolonsel, çello gibi yaylı sazlara merakı fazla değildir.. Bu tür yaylı sazlar hakkında aldığımız temel bilgi sınırlıydı..
Bu bilgiyi de yoldan gelip geçen köylülere karşı kullanır, arkalarından "Dayı.. dayı.." diye bağırırdık.. Dönüp baktıklarında da "Gö(zü)ne girsin keman yayı.." diye seslenip, kaçışırdık..
Beni korkutan işin konser faslı ve o konsere katılmak zorunda kalanların başına gelecekleri.. Özellikle de hanımların yaratacağı problemler.. Olayların nasıl gelişeceğini aşağı yukarı tahmin edebiliyorum..
Şimdi ya bir siyasi parti ilçe başkanının veya mülki erkandan birinin eşi "Hangi kıyafetle konsere gideceğim.." diye tutturur..
Kocası o saat içinden "Bre kadın! İngiltere Kraliçesi'nin fistanını giysen seni kurtarmaz.." diye geçirir ama yüzüne söyleyemediğinden susar..
Kadın da bunu hayra yoracağından başlar BURDA mecmualarını karıştırmaya.. Oradan illa ki akla ziyan bir kıyafet bulacak..
- "Bu kıyafeti meydana çıkarmak için kimbilir kaç stilist çalıştı?.." demez.. O kıyafetin dünya hurisi bir mankene göre dikildiğini katiyen hesap etmez..
- "Bunu belli ki Hacı Hayrullah Efendi'nin tombul gelini Esma Hanım giysin diye icat etmişler.." diye düşüneceğinden dergiden seçtiği modelin prova kağıtlarını kaptığı gibi mahalle terzisine koşturur..
Kumaşını, ipliğini terzinin eline tutuşturur.. Diyelim ki seçtiği Kenzo'nun kreasyonundan bir parça.. Böylece mahalle terzisi Mualla'yı, farkında olmadan Japonlar'ın altın makası Kenzo'ya karşı imtihana sokar..
Salgından da beter..
Küçük yerlerde bu tür hazırlıklar çok çabuk duyulur.. Ayrıca giyim kuşam rekabeti, kadınlar arasında bir salgın hastalıktan daha çabuk yayılır..
Bir kere yazmıştım.. Hatırlatmak için söylüyorum.. Okul çağım küçük yerde geçtiğinden bilirim.. El kadar şehrin doktorları tutup bir 14 Mart Tıp Balosu etkinliğine heveslendiler..
Şehirde ne kadar memur karısı varsa birbirine girdi..
Sebep! Bir tane moda dergisi var.. O da Almanlar'ın ayda bir çıkan BURDA dergisi ki şehire iki üç ayda bir gelirse ne nimet! Eee! Kadınların zevki ortak seyrediyor.. Ele geçen son sayıda bir model görmüşler.. Hepsi de gördükleri o modeli kendine yakıştırmış..
Şişmanı, balık etlisi, zargana gibi et tutmayan zayıfı.. Hele mülki erkandan önemli bir zatın hanımı vardı ki breh breh! İki babayiğit elele tutuşup belden aşağısına dolansa, parmakları kavuşmaz..
Benzetmek gibi olmasın ama kadıncağızda bir kasnak vardı ki; Azapdere Değirmeni'nin taşı yanında tencere kapağı gibi kalırdı.. Öylesine bir heybet..
Kadıncağız çarşıda durup da bir dükkanın vitrinine baktığı zaman uzaktan bakanlar Padişah Efendimiz'in seferberlik otağına benzetirlerdi..
***
Şimdi tutmuş, o haline bakmadan, aynı modeli beğenmiş.. Üstelik seçtikleri bu modelin boncuk işlemeli süsleri olduğundan, şehrin ileri gelen erkeklerinin başına durduk yerde bir de seyahat belası çıktı..
Neden mi? Şehrin bedesten çarşısındaki tuhafiye dükkânları, bu modeli seçen hanımlar tarafından bir haftada yağmalandı da ondan.. Esnaf bir senede satamadığı ibrişim ipliği, boncuk dizilerini bir haftada elden çıkardı..
Boncuk yetmediği için seçtiği modelin dikimi yarım kalan kadınlar da kocalarının başının etini yemeğe başladılar..
Kocalardan bazıları mecburen otobüslere binip, İzmir, Ankara yollarına düştü de şehre paket paket iplik, boncuk taşıdı..
Aslında şehirde daha ihtiyaca yetecek kadar boncuk vardı.. Ancak bunların çoğu perşembe günleri kurulan köylü pazarındaki tezgâhlarda satılıyordu ve tamamı mavi renkteydi..
Üstelik de her biri tesbih tanesinden büyüktü..
Katır, eşek, araba beygiri gibi mekkârelerin başlık süsünde kullanılan bu boncuklar "nazara karşı" çok tesirli olduğu halde nedense kadınlar buna rağbet etmedi..
Belki de "Bak Bak! Filancanın hanımı gece kıyafetine katır boncuğu işlemiş.." dedirtmek istemediler..
***
Şimdi korkum aynı bunalımın Ayvalık'ta da yaşanması.. Halkımız rekabetçidir, kadınlarımız daha bir rekabetçidir.. Hele süslenme söz konusuysa işi "Deli Fatma el lafıyla evini yakar.. Külünü savurup keyfine bakar.." noktasına getirmelerinden korkarım..
Bu konser ayrıca evlenme vakti gelmiş kızlar için de tehlikeli bir ortam yaratacak.. Neden derseniz, kız kısmı çalgıcı milletini, özellikle de kemancıları sever.. "Al eline kemanı, çal gösteri gösteri.. Beş çocuklu dul olsan, benim sana müşteri.." deyip peşinden gider..
Geriye kalanlar da aylarca "Kızı kendi haline bırakırsan.." diye başlayan nasihatleri dinlemek zorunda kalır..
Bereket versin kurs Ağustos'ta başlıyor, konser ise Ekim'de.. Yani düşünmek için zaman çok..
"Ağustos var, Ekim var.. Hasta olsan hekim var.." diye umutlanıyorum..