kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
5 Mayıs 2009, Salı
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

21. Yüzyılın Jeopolitiği

Bercan TUTAR
Giriş Saati : 05.05.2009 14:39
Güncelleme : 05.05.2009 20:27
Yeni Haber
Ne kadar teori, metafor, mecaz ve kavram kullanılırsa kullanılsın uluslararası ilişkilerdeki kritik dönemleri daha çok olaylar belirliyor.
Hiçbir ifade ve söz, bir değişimi hafızalara kazıyan bir olay kadar çarpıcı biçimde tanımlama gücüne sahip değil.
İki kutuplu Soğuk Savaş'ın (1946-1991) bitişi Berlin Duvarı'nın yıkılışıyla (1989) akıllarda yer etti.

Tek kutuplu 'terörle savaş' döneminin sona ermesi de Rusya'nın 7 Ağustos 2008'de Gürcistan'a girmesiyle sembolize ediliyor.
Böylece, ABD'nin tarihte eşi benzeri görülmemiş bir güce ulaştığı Soğuk Savaş sonrası dönem (1991-2008) sadece 17 yıl sürdü.
Gürcistan, adeta ABD'nin tek kutuplu dünyasına mezar oldu. Ve Kafkaslar'daki savaşın enkazından çok kutuplu bir dünya düzeni belirmeye başladı.
Şimdi, başta Washington olmak üzere büyük-küçük hemen her aktör küreselleşme sonrası bu yeni döneme hazırlanıyor.

ÇOK KUTUPLU BİR ÇAĞA

Şu anki değişim seferberliğini 'Amerika sonrası dünya' diye okuyanlar da var.
Ancak fazla iddialı bir kavramsallaştırma bu. Bazılarımızı rahatlatsa da bu tarz okumalar gerçeği görmemizi perdeleyebilir.
Çünkü ABD, beğenelim veya beğenmeyelim hâlâ dünyanın en 'küresel' ülkesi. Yaşadığımız zamanı pozitif ya da negatif olsun, şekillendirmeye devam ediyor. Ortada ABD'nin bir yenilgisi var ama rakiplerinin bir zafer elde ettiği de söylenemez.
Hatta, tek kutuplu dünya mücadelesinden ağır yaralı çıkmasına rağmen, yeni çağın gereklerine en hızlı uyum sağlayan ülke yine kendisi oldu.
Siyahi senatör Barack Obama'yı Başkan seçerek insanlığa demokrasi ve değişim dersi verdi.

Başkan Obama ilk iş olarak ABD'nin sıkılmış yumruğunu çözerek düşmanlarına elini uzattı. Dünyayı artık tek başına şekillendirmekten vazgeçtiğini, uluslararası sistemin diğer aktörleriyle gücünü paylaşacağını ilan etti.
Bu yolla, hem yeni dünya düzeninin kodlarını belirledi hem de değişimi bizzat kendisinin yöneteceği mesajını verdi.

ATLANTİK ÇAĞI'NIN SONU

Peki, ABD'nin öncülük etmeye çalıştığı bu yüzyıldaki yeni dünya nasıl şekillenecek?
Hangi aktörlere ve ne tür parametrelere dayanıyor?
İçinde bulunduğumuz yeni çağın genel manzarasına baktığımızda ilk olarak yükselen yeni güçler, siyasi ve ekonomik tekellerin el değiştirmesi, sona eren ittifaklar, değişen paradigmalar, öne çıkan çatışma alanlarıyla yeni oluşan blok ve değerler dikkat çekiyor.

Bu yüzyılın en önemli özelliği büyük ihtimalle ABD-AB ittifakıyla sembolize edilen Atlantik Çağı'nın sonunu getirmesi olacak.
Bir asırdır askeri, siyasi, ekonomik, kültürel ve bilimsel açıdan uluslararası ilişkilerin hemen her alanında dünyaya hükmeden AB ve ABD ittifakı çözülüyor artık.
ABD ve AB'nin Sanayi Devrimi'nden sonra (1820'ler) başlayan ve İkinci Dünya Savaşı'nın ardından doruğa ulaşan dünya üzerindeki siyasi ve ekonomik tekeli kırılmak üzere.
Genel kanı, yeni çağda liderliğini korumak isteyen ABD'nin 'yaşlı Avrupa'yı daha fazla taşımayacağı yönünde.

Çünkü ekonomik ağırlık dünyanın doğusuna ve güneyine kayıyor. Batı, durgunluğa girerken dünyanın diğer güçleri (Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya) yükselişte.
Çin ve Hindistan toplamda dünyanın en büyük ekonomisi haline geliyor.
Sanayi Devrimi'nin hemen başında Çin dünya ekonomisinin yüzde 30'unu, Hindistan yüzde 15'ni kontrol ederken Avrupa 23'ünü ABD ise sadece yüzde 2'sini elinde tutuyordu.

1950'lere gelince Çin ve Hindistan'ın dünya ekonomisindeki ağırlıkları 9 puan azaldı. Üstünlük yüzde 54 ile Atlantik dünyasına (AB ve ABD) geçti.
Şimdi, 170 yıl sonra yeniden Asya'nın yükselişine tanıklık ediyoruz.
Çin ve Hindistan'ın yanına Rusya ve Japonya'yı da dahil ettiğimizde, Asya'nın Atlantik karşısındaki üstünlüğü bariz hale geliyor.
Dünyanın ikinci büyük ekonomisi Çin bugün araştırma ve geliştirme alanında da aynı pozisyonda. Bu tablonun anlamı, batılı olmayan güçlerin önümüzdeki on yılların dünyasını şekillendireceği.

KITASAL ULUS DEVLETLER DÖNEMİ

Yeni çağın üzerinde durulması gereken gelişmelerinden biri de ulus devletten 'kıtasal ulus devlete' doğru bir eğilimin görülmesi...
Özellikle ABD, Çin, Hindistan, Brezilya, AB ve Rusya gibi kıtasal güce sahip ülke ve birliklerin küresel siyasetteki ağırlıkları artıyor.
Bu aktörler devasa coğrafi ve demografik güçlerinin yanında tarihsel ve kültürel nüfuzlarıyla da etkili bir kimliğe sahipler.
Avrupa Birliği, kıtasal ulus devletlerin temel aktör olduğu çok kutuplu dünyayı kabul etmeye ve onlarla eşit ilişki içine girmeye hazır.
Fakat ABD bu konuda 'ihtiyatlı bir kötümserlik' içinde.
Çünkü, dünyanın ekonomik olarak yükselen kıtasal aktörlerinin giderek siyasal ve askeri birer güce dönüşeceklerinden emin.
Bu yüzden tedbiri hiçbir zaman elden bırakmadı.

'CHIMERICA' VE TÜRKİYE

Yeni çağda, ABD'nin en güçlü müttefik adayları olarak ekonomik alanda Çin (Chimerica), müdahalelere açık Ortadoğu, Orta Asya ve Orta Afrika'da ise Türkiye (model ortaklık) öne çıkıyor.
Çünkü 'Orta Dünya' da denilen bu alanlar, Türkiye'nin tarihsel ve kültürel coğrafyasını oluşturuyor. Bu bölgelerde Türkiye'siz bir ABD'nin başarı şansı hemen hemen hiç yok gibi.

ABD, belki de bugünleri hesaplayarak Türkiye ve Çin'e 1990'lardan bu yana yoğun bir yatırım yaptı/yapıyor. Çünkü uzun vadede yeni çağın kaderi, ABD'nin bu iki ülke ile kuracağı ilişkilere bağlı. Bu ilişki ister dostluk isterse rekabet şeklinde olsun durum fark etmeyecek.
Kısa vadede ise yeni çağın fotoğrafı İran'ın nükleer programına göre netleşecek gibi görünüyor.
İran'ın bir Hindistan ve Çin gibi sisteme entegre edilmesi elbet kolay değil. Arada ideolojik, coğrafi ve stratejik bir çok engel bulunuyor. Ancak Tahran'ın elindeki en büyük kozu, Pakistan'dan Akdeniz'e kadar uzanan coğrafyadaki Şii jeopolitiği.
Dünyada ABD'yi ekonomik ve askeri açıdan geçme potansiyeli taşıyan tek ülke Çin görünüyor.
Çin'in en büyük dezavantajı şimdiden başını ağrıtmaya başlayan Tibet, Moğolistan, Doğu Türkistan ve Tayvan gibi sorunlar. Arka bahçesindeki bu aktörlerle barışçıl bir çözüme ulaşamazsa hızı ilerde frenlenebilir.

19. YÜZYILA GERİ DÖNÜŞ

Kıtasal ulus devletlerin enerji açlığı, küreselleşme sonrası çağda geleneksel güç stratejisi ve jeo-politikayı yeniden öne çıkarıyor.
Enerji kaynakları ve yolları tekrar önem kazanıyor.
Enerjinin kıt olması ABD, AB, Hindistan, Çin ve Japonya gibi tüketici ve dışa bağımlı güçler arasındaki rekabeti daha da alevlendirecek gibi.
Büyük güçler 19'uncu yüzyılın sömürge savaşlarına bir kez daha tutuşabilir.
Bu hakimiyet kurma savaşlarının 'ana cephesi' ise ham madde ve enerjinin merkezi konumundaki Ortadoğu, Orta Asya ve Orta Afrika olacak.
Özellikle de İran'ın kontrolündeki Hürmüz Boğazı ve çevresi.
Hürmüz geçen yüzyılda olduğu gibi bu yüzyılda da jeo-ekonomik mücadelenin ağırlık merkezine aday görünüyor.
Onu vazgeçilmez kılan ise, enerji coğrafyasına yakınlığı, geçiş yolları ve arzettiği stratejik önem.
Hazar havzasında bulunan yeni doğalgaz rezervleri, Hürmüz'e göz dikenlerin iştahlarını daha da kabarttı.
Bakalım Hürmüz, 'efendilerini' nasıl idare edecek.
Ekonomik sıkıntılar nedeniyle farklı erkeklerle evlenmek zorunda kalan bizim '7 Kocalı Hürmüz' kadar mahir olacak mı?
Bekleyip göreceğiz...