kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 9 Nisan 2008, Çarşamba
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Anayasa değiştirme 'strateji'si

Açılan davayla ilgili olarak AKP'nin yetkili kurullarında yapılan toplantıdan fazla bir şey çıkmadı. Anlaşılan AKP henüz önünü göremiyor ve kafasını toparlayamıyor . Her ne kadar açıklamada ' ortak akıl' gibi bazı 'parlak' kavramlar kullanılsa da, ortada tutunacak bir strateji bulunmuyor.
Bu stratejinin özünü de çok basit bir soru meydana getiriyor: AKP parti kapatmayı zorlaştıracak biçimde anayasayı değiştirecek mi, yoksa gidip mahkemede savunma yaparak kaderini mi bekleyecek? Bu soruyu anayasa meselesine geri dönerek irdeleyelim.

Yeni anayasa derken...
Pazartesi günkü yazımda yeni ve demokratik bir anayasanın Türkiye'nin önündeki en önemli sorun olduğunu belirtmiştim. İtiraf edelim ki, 2007 seçimlerinden sonra AKP bu yönde bazı adımlar attı fakat çok beceriksiz bir biçimde o girişimini başarısızlıkla sonuçlandırdı. Bu başarısızlık sadece bir tesadüf müydü?
Değildi. AKP bir anayasa hazırlığına giriştiğinde bunun bir antlaşma ('anlaşma' değil, hatta ' uzlaşma'da değil) metni olduğunu, toplumdaki farklı kesimler arasında kurulacak koalisyonlara dayanması gerektiğini yeterince dikkate almadı. Tam tersine bir yol izleyerek AKP de anayasayı neredeyse tamamıyla teknik bir yöntemle ve teknik bir metin olarak tasarladı. Hatta elimizdeki taslak metin uygulamadaki 1982 Anayasası'ndan, bütün farklarına rağmen, çok ciddi, radikal bir kopuşu yansıtmıyordu. Bir anlamda onun yeniden kurgulanmasına dayanıyordu. Dolayısıyla AKP iki büyük yanlışa yeni bir anayasayı kurban etti. Bir kez daha anayasa tartışmalarının ortasındayız. O konudaki görüşüm de çok açık. Ben, bölük pörçük yapılan bir anayasa değişikliğinin beklenen ve istenen sonucu doğuracağı kanısında değilim. Anayasa bir bütün olarak ele alınmalı ve bir bütün olarak değiştirilmelidir. Peki, bunun şu anda, bu aşamada yapılması yanlış ya da sakıncalı mıdır?
Parlamento açıktır. AKP'nin bir anayasa değişikliğine gitmesinde yöntem ve anlam olarak bir yanlış yoktur. Yapar mı AKP bunu yapmaz mı o ayrı mesele. Ayrı bir mesele çünkü, şu anda AKP'nin ciddi ve önemli bir anayasa değişikliğini gerçekleştirecek koalisyonları bulunmuyor . AKP'nin asıl araması gereken budur. Liberallerle, aydınlarla, işçilerle, Kürtlerle ittifaklarını bozmuş bir AKP buradan ileriye nasıl hareket edecek? İşte soru budur. Demokrasi bu sorunun cevabında saklıdır. Eğer o cevap verilirse, gerisi halledilmiş demektir!

Açıklama
Pazartesi günkü yazıma yakın dostum ve büyük tarihçimiz Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları Bölümü Başkanı Prof. Şükrü Hanioğlu'ndan her zamanki gibi ufuk açıcı bir açıklama geldi. Benim Prof. Cemil Oktay'ın metninden aktardığım 'hum' (onlar) kavramının geçirildiği metnin ve onu hazırlayan yaklaşımın yanlış yorumlandığını belirtiyor. Bu açıklamayı aşağıda yayımlıyorum:
'Gerek ve şavirhüm fi'l emr ve gerekse de Emrühum şura beynuhum ifadelerindeki hum zamirini tartışan ulema ve muhafazakarların tezi bunlarin fesedeyi ya da halkı karar verecek duruma getirmesinin sorun yaratacağı değil. Zaten yayınladıkları beyannamede söyledikleri şu "Ve şavirhüm fi'l emr âyeti kerimesi mucebince meşverete me'muruz. Şu kadar var ki (hum) zamiri hasseten mü'minlere raci'dir gayrılara değil ve mü'minlere faziletini beyan zımnında Kur'anı Kerim'de ve emrühum şura beynuhum vârid olmuşdur ki bunda bulunan zamirlerin ikisi dahi mü'minlere raci'dir ve eğer... lüzumundan bahs olunan millet meclisi akd ü teşkilinden maksad bu meclise Hıristiyanlar doldurulub hall ü akd umurı devlete tamamıyla onları teşrik kılmak ve bu suretle kendülerini tatyib..."
Burada görüldüğü gibi bu bizatihi meclise ve meşverete karşı bir tavır değil. Nitekim bu beyannâmede bunun gerekliliğini tıpkı Yeni Osmanlılar gibi emr bi'l maruf temeline dayandırıyorlar. Meseleyi getirdikleri nokta İslâm hukuku çerçevesinde Hıristiyanların böyle bir meclise katılıp katılmayacağı. Bu da katı bir hukuk çerçevesinden bakıldığında çok da anlamsız değil. Zannedilenin tersine muhafazakâr ulema aslında meclise karşı çıkmıyor ve halk katılımına bürokratlardan daha fazla taraftar; nitekim "bize konstitüsyon değil enstitüsyon lazim" diyenler bürokratlar. Ulemanın muhafazakâr kanadının tek eleştirisi meclisin kompozisyonunda. Bu eleştiri de daha sonra ortadan kalkıyor. Volkan dergisi bile 1908 sonrasında Hıristiyanlar değil meb'us sadrıazam bile olabilir noktasına geliyor.'