kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 21 Aralık 2007, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Siyaset ve kültür

Bir bayram günü çevresine bakınca insanın bu toplumda yaşanan sorunları anlamakta ve çözmekte niçin aciz kaldığı sorusuna verdiği yanıt büsbütün netlik kazanıyor. Bugün İslam ve laiklik diye tartıştığımız mesele, siyasal ve toplumsal kökenleri olsa da, özünde bir kültür meselesidir. Ama her zaman olduğu gibi olayların üstüne gitmemeyi, onları görmezden gelmeyi marifet sandığımızdan, bu meseleleri de katı, sert bir siyaset tartışması içinde ele alıyor ve kendi kendimizi bir çıkmaza hapsediyoruz.
Oysa Türkiye eğer aydınları, üniversitesi, yazarları itibariyle kültürle daha çok içli dışlı bir toplum olsaydı, eğer Türkiye bilgiyi enformasyonla karıştırmasa ve niceliği (kantite) nitelikle (kalite) ikame etmeseydi birçok sorununu çok daha erken bir tarihte çözecekti.

Kısa aydın tarihi
Bu yöntem tercih edilmedi. Osmanlı'nın kendisine ait korkularla ancak bürokrasinin bir parçası haline getirdiği aydınlar Cumhuriyet'in 1950'ye kadarki döneminde gene sistemle uyum içinde bir kesim olsun istendi. Cumhuriyetin ana meselesi, bütün o opera, bale, tiyatro, klasiklerin çevirisi gibi çok önemli ve yüksek kültürü toplumda yerleştirmeye çalışan hamleye rağmen elitlerini yok etme stratejisi üstüne kurulmuştur. 1950 sonrasındaysa bu büsbütün sistemli bir hal aldı.
1960'lardaki büyük aydın açılımı karşısında devlet daha özgürlükçü bir yapıyı değil, özgürlüklerle zıtlaşan,çelişen bir modeli tercih etti. 1965 sonrası iktidarlar 1980'e kadar, tam tersine, gerek 1961 Anayasası'yla gerekse onun gölgesi altında kendilerini biçimlendirmeye ve etkinliklerini artırmaya çalışan aydınları sistemli bir biçimde, ordunun desteğini de yanlarına alarak, ortadan kaldırmayı tercih ettiler. Ceza Kanunu'nun 141, 142 ve 163. maddelerini bir sığınak olarak kullandı iktidar. Bu şekilde de önce 12 Mart, ardından da 12 Eylül sonrasının mantığını hazırladı. AP iktidarları ve sağ söyleme bu iki askeri darbe ve cunta döneminin arasında ideolojik bir kopukluk yoktur.
1980 sonrası ayrı bir meseledir. Tüketimi öğrenmiş, popüler kültürle gözünü boyamış olan bir toplumda aydının çabası radikal bir değişiklik önerisi yönünde olmadı. Ortaya çıkan mantığın politik açılımını sağlamaya yöneldi. Yani, popüler kültürü ve tüketim temeline oturmuş bir toplumsal yapıyı aydınlar liberal bir siyaset ve eksiksiz pazar ekonomisi anlayışıyla bütünleştirmeye gayret ettiler. Liberal bir modele Türkiye gibi ceberrut bir devlete sahip ülkede duyulan ihtiyacı inkar etmek olanaksızdır ama bunun arka planını yok sayarak getirilen bir siyaset önerisinin nereye doğru açılacağı da belirsizdir.

Siyaset mi kültür mü?
1990'lardan sonra Türkiye geleneksel tartışma konularını aştı. DoğuBatı, Avrupayerellik gibi meselelerde önemli sıçramalar yaptı. Ne var ki, ben bu toplumun, sosyal dönüşüm ve ona bağlı olarak ortaya çıkan anomi, yabancılaşma, kültürel tıkanma, kültürel çelişki gibi sorunlarından tümüyle kurtulduğu kanısında değilim.
Bunlar 1970'lerin konusuymuş gibi dursa da bence gündeme gelmemesi aydınların ve düşünürlerin bu meselelerle uğraşacak bir derinliği artık reddetmesindendir. Mutlaka eski modeller, kavramlar içinde tartışmamız gerekmiyor bu sorunları. Bugünün koşulları içinde de bu soruları ele almak mümkün. Başta belirttiğim nedenle: bir siyasal dönüşümün kültürel özellikleri.
Gözünü kapayıp insanın başkalarını görmemesi onların da sizi görmediği anlamına gelmez!