kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 5 Ağustos 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC

Recep

NAZLI ERAY
'Anı defterindeki sayfalar dalgalanıp, birbirine karışıyor sanki bir an. Başkasına ait bir gözlüğü kazara takmışım gibi.....
Eski bir anı defterim geçti elime. Sayfalarını yavaş yavaş çevirip, yıllar önce yaşadığım günlerin içine, satırların arasında koşarak, sekerek büyük bir merak ve heyecanla giriyorum. Düzgün bir yazı ile günleri, saatleri, olayları, mekânları bir kuyumcu dikkati ve uçuşan bir kelebeğin özgürlüğüyle defterime geçirmişim.
Eski bir zamanı, canlı renkleriyle yeniden yaşıyor gibiyim. Hiç değişmemişim, hep aynıyım; deftere göz attıkça daha iyi fark ediyorum bunu.
Umutlarım, serüvenlerim, yaşamım; bütün heyecanı ve de bütün tekdüzeliğiyle işte önümde, satırların arasında.
Geceleri sıkılınca kaçıp Mihri Abla'nın evine gidiyorum. Onunla birlikte üstüne keçe serilmiş sedirli odasında karşılıklı oturuyoruz. Yaşamdan konuşuyoruz, şundan bundan... O bana ufak mutfağında kahve yapıyor. Cezvedeki kahve kabarırken yanıbaşındayım; mutfağın bütün ayrıntıları gözümün önünde. Sayfaları yavaş yavaş çeviriyorum.
Recep.
Adını birden gördüm sayfanın başında. Recep.
"Tanrım beni bu tutkudan kurtar. Beynimden sök, at bu görüntüyü. Kalbimi bomboş bırak, rahat edeyim. Kurtulayım ondan!" yazmışım.
Heyecanla çevirmeye başladım sayfaları. Satırların arasında, fırtınalı bir denizde, dalgalarla boğuşarak ilerleyen ufak bir çatana gibi, Recep bir görünüp, bir kayboluyor.
Koşuyorum Mihri Abla'nın evine. Birkaç kere üst üste basıyorum zile.
"Kim o?" diye sesleniyor merdiven boşluğundan, sigaradan kalınlaşmış, o çok özlediğim sesiyle...
"Benim Mihri Abla."
Düğmeye basıyor, ağır demir kapıyı iterek giriyorum apartmanın içine... Serin ve loş hava, ruhumu kavrıyor sanki, koşarak çıkıyorum merdivenlerden yukarıya...
Mihri Abla, kapıda duruyor her zamanki gibi... Sarı bukleli saçları tepesinde toplanmış, eski bir bülbülün yuvası gibi... Gözündeki gözlükler, kahverengi gözlerini olduğundan daha iri gösteriyor. Sevgiyle bakıyor bana. Yaşı başı belli değil. Çok yaşlı olduğunu tahmin ediyorum. Ruhumu bir harita gibi okuyup, yorumluyor.
Sayfaların arasındaki heyecan, yüreğimdeki aşk fırtınaları, bu şehir, bu sokaklar... Zamanın akşama yakın bir bölümü. Beni süzen bir çift yeşil göz.
Recep.
"Kurtar beni tanrım, bu tutkudan kurtar. Özgür kalayım!"
"Nasılsın?" diyor Mihri Abla, "Gel, şöyle otur. Sana irmikli tatlı yaptım. Zayıflamışsın sanki. Ama buğulu mor üzüm salkımları gibi saçların, ne güzel. Dudağının kenarına çektiğin kalemi de çok beğendim. Bana da alır mısın ondan?"
Hayretle bakıyorum Mihri Abla'nın yüzüne...
"Sana dün getirdim o kalemden Mihri Abla..."
"Aynı renk değil," diyor.
"Ama numarası aynı. Bak benimkine."
"Hayır. Senin dudağındaki başka renk. Günbatımı kızılı. Bana ondan getir," diyor.
"Olur," diyorum. Bir türlü inandıramadım dudağımdaki kalemle, ona verdiğim kalemin aynı olduğuna... Üstelemiyorum. Bunlar Mihri Abla'nın yaşlılık bölümleri... Ruhunda sıkışmış, kalmış birtakım gelgitlerin söze dökülmesi, bana hayallerini yansıtması... Onu daha çok seviyorum. Bana gösterdiği şefkat ve sevgi sonsuz.
"Yeşil renkten nefret ederim," diyor. Ona getirdiğim yeşil bir kazağı kenara koyuyor.
"Senin hayatını yaşıyorum evladım," diyor bana. "Sen üzülünce üzülüyorum. Sen sevinince mutlu oluyorum."
"Recep," diyorum.
"Ne oldu gene?"
"Onu gördüm," diye fısıldıyorum.
"Nerede gördün?"
"Köşebaşında gördüm. Yalnızdı. Gördü beni..."
"Dur, bir kahve yapayım sana," diyor Mihri Abla. Mutfağa gidiyoruz. Kahve, cezvede kalbim gibi kabarıyor.
Nasıl kurtulacağım ben bu tutkudan?
Anı defterindeki sayfalar dalgalanıp, birbirine karışıyor sanki bir an. Başkasına ait bir gözlüğü kazara takmışım gibi... Dumanlanıyor sayfalar, mideme hafif bir bulantı geliyor.
Birden oda kapısının kenarında gördüm onu.
Recep.
Orada karşımda duruyordu.
Yollar öncesinden sanki koşarak gelmiş, odamın kapısına dayanmış dinleniyordu.
Şaşkındım. Elimdeki anı defteri kayıp, yatağımın yanına düşmüştü.
"Recep," diye mırıldandım, "ne arıyorsun sen burada?"
15 yıldır görmemiştim onu. Aynıydı. Hiç değişmemişti.
Konuşacak mı, diye merak ettim. Hiç sesini çıkartmadan öylece bakıyordu bana.
Eski bir anı.
Oda kapıma dayanmış duruyor. Akıl almaz bir şeydi bu.

"Uzun bir yoldan mı geldin, Recep?" diye sordum.
Sessizdi.
"Gel, otur," dedim.
Ürkek adımlarla içeriye girdi. Üstü başı tertemizdi. Çok yakışıklıydı.
Mihri Abla'nın sözleri kulağımda çınlıyordu.
"Yoksul çocuk, evladım. Senin her şeyin var şükür. İnanamaz o sana. Onu elinde oyuncak edeceksin diye korkar. Onun için kaçıyor senden. Parası yok. Allah, yakışıklı yaratmış onu. Senin de gözüne çarptı işte. Yoksul. Parasız."
"Onun için mi kaçıyor benden Mihri Abla?"
"Onun için kaçıyor evladım."
"Ne tuhaf..." diye mırıldanıyorum.
İşte yıllar sonra, şimdi Recep karşımda.
"Şu koltuğa geç Recep," diyorum. Üstümde hiçbir gücü kalmamış artık. Birden fark ediyorum bunu. Çelimsiz bedenine, tertemiz, ütülü gömleğine dikkatle bakıyorum.
Niye geldi acaba?
Recep.
Tedavülden kalkmış bir para, ucu çoktan kırılmış bir anahtar, geçersiz bir jeton gibi artık o benim ruhum için.
Bir an düşünüyorum. Yaşam ne değişik bir şey, insan ruhu ne karmaşık, yarı karanlık bir yol. Recep öyle sessiz, silik bir mühür, bir ölünün parmak izi, eski bir şarkının nağmesi gibi odanın içinde.
"Mihri Abla'ya gitmeliyim. Ona bu olayı hemen haber vermeliyim!" diye düşünüyorum, "Ne kadar şaşırır, ne der acaba?"
Birden Mihri Abla'nın uzun yıllar önce öldüğünü hatırlıyorum. İçime bir acı çöküyor.
Zaman atlı bir süvari gibi, kamçısını şakırdatarak, etrafı toz duman içinde bırakarak yol alıyor.
Recep, kırık dökük bir çatana... Şımarık bir denizin dalgalarıyla boğuşuyor; bir görünüp, bir kayboluyor.
"Mihri Abla."
"Söyle yavrum?"
"Niye kaçıyor benden?"
"Parasız evladım. Parası yok."
Yere kayan anı defterini yavaşça uzanıp, aldım.
Recep yok olmuştu.
Bu eski gölge, belki de balkon kapısının oralardan bir yerden dışarıya sızıp, yaz güneşinde bir güvenin erimesi gibi kaybolup, gitmişti.
Mihri Abla...
Ne kadar canlısın kalbimde. Şu akşamüstü koşarak sana gelmek, kapını çalmak, sedirli odada senin karşında oturmak için neler verirdim biliyor musun?
Az önce simitçinin sesini duydum dışarıda. Gece perdesini usul usul kentin üzerine çekip, lale renkli bir karanlığı üstümüze doğru tutuyor.
Mihri Abla gençliğimin bir parçasısın.
Yalnız gecelerimin, umutlarımın ve çırpınışlarımın. Seni sevgiyle anıyorum burada. Bak, dudakların için günbatımı renkli bir kalem...
25 Temmuz 2007