Henüz Yaşar'ken
Yaşar Kemal bu toprakların sesidir. Bakın, şahsen sizin, benim, onun değil; bu vatanın sesidir. Kabul etmeniz şart değildir, hele bir dinlersiniz.
Tek tek sizin, benim, onun, hepimizin, kimimizin notalarıyla, sözcükleriyle, fikirleriyle, renkleriyle, öyküleriyle, ezberleriyle uyuşması, örtüşmesi değildir önemli olan; o tek tek her birimiz ötesi bir sestir. Bilim adamı, tarihçi, sosyolog, psikolog, iktisatçı, diplomat, siyasetçi değildir, uzman filan değildir; birisinin sözcüsü de değildir. O kendi sesini verir; ama o ses birçoğumuzdan çok daha fazla yoğrulmuş ve yorulmuş, bu toprakların bir sesidir. Kah bir yerdeki ağlamadır, kah bir kahkaha, kah başka bir yerdeki öfke, bazen sabah namazı, bazen eşkıya, bazen bir akşamın keyifli sofrası, bazen dokumacı kız, bazen pamuktaki ırgattır.
Tek tek her birimizin bildiği, bildiğini sandığı, sevdiği, kızdığı, alıştığı, karıştığı, yapıştığı ne varsa, muhtemeldir, belki hiç, belki tamı tamına uymaz. Ama, bu toprakları en çok koklayan, o kokuyu yurdun her yanında dokuyan, çağlayıp bu topraklardan taşan, gazeteci gazeteci gezip gördüğü Anadolu'yu roman roman destanlaştıran, bu toprakları çok seven ve başka türlü sevdiren bir hissiyat adamıdır adamdır. Yaşar Kemal, bu toprakların tüm köklerine dokunan, en azından hepsine uzanan bir ömrü hepimiz adına da taşıdığı için koca omuzlarında, farkında olmayız belki, ama kökten köke bir "yurttaşlık, kardeşlik" bağıdır; bir Türkiye dağıdır. O yüzden, "Barış" derken söylediklerine ne kızın, ne de kalbindeki insancıllığı ezip kelimelerini istifleyerek bir şiddet ateşine odun kırın.
Şöyle bir şey mümkün: Bugüne kadar öyle ya da böyle bildiklerimiz; Şu veya bu şekilde düşündüklerimiz; Öteki veya beriki biçimde ezberlediklerimiz; Aidiyetlerimiz, tabiiyetlerimiz, biatlarımız, kökenlerimiz, ekenlerimiz, biçenlerimiz dışında, azıcık durup nefes alarak, "Başka ne olabilir, ne yapılabilir, nasıl söylenebilir" diye düşünme zamanıdır belki. Bildik seslerden farklı seslere, özenlere ihtiyaç vardır belki. Bir iyilik, kardeşlik, barışıklık, akıllılık hali hepimize birden daha bir yakışacak, gözümüzü ve önümüzü daha bir başka açacaktır belki. Medeniyetin tek dişlileri ile şiddetin azı dişleri arasında debelenen, hep kendi içinden, kendi sesinden, kendi nefesinden ürken, kırmızı çizgiler çizmekten ve onların çizilmesinden bitap düşen; en tehlikelisi de, ruhunu bölmenin kıyısına sürüklenmiş vatanın "hiçbirimizi" mutlu etmeyeceğinin farkına varabiliriz belki. O yüzden, Yaşar Kemal, herkese benzemez; bu toprakların her köşesinden beslenen yürekten sesi ve bu toprakları da besleyen sevdalı nefesidir. Henüz Yaşar' ken; bir dinleyelim.
Sen de, Yaşar Ağabey; onca sözünün arasından "teröristgerilla" yı cımbızla seçip yarım akılları sıra seni "teşhir" edenleri iyi tanı da, bir daha "uluslararası" kürsülerine adım atarken daha sağlam basıver.
Ofer'in lüferi Danıştay, Maliye Bakanı eliyle, kayırmacılık yapılarak, ihalesiz, masaya servis, yeme de yanında yat ızgara lüfer gibi bir "hisse spekülasyonu" nu iptal etti. Şimdi kılçık batma zamanı. Çünkü, "şaibe" artık sadece Ofer' in, lüferin, Kutman' ın mutmanın üstünde değil; bizatihi bakanın, hatta iktidarın da üstüne gölge veriyor. Adamlar çıkıp biz hisseleri çoktan piyasada sattık dediğinde, artık "avanta" sayılacak rant sağlayanlar arazi olurken, kamusal faturayı kim ödeyecek? Merak ediyorum, hakikaten: Neredeyse 300 milyon doları bulan o rant kimden tahsil edilecek? Lüferin kılçıkları nasıl sayılacak? Kılçıklar boğaza mı, mideye mi, yoksa başka yere mi batacak? Gazeteci gibi değil de, TÜSİAD üyesi sermayedar olarak ihtisas yapan "Hotdog" da eminim merak ediyordur! TÜSİAD'ın "iş ahlâkı komitesi" ne bir danışsın.
|