Kadınların bunalıma girme hakkı yok mu?
Zamanında Mecnun ve Ferhat gibi sevdalansalar, sevdikleri kadın için yanıp tutuşsalar, hatta ölümü göze alsalar bile; bir süre sonra erkekler gidiyor... Gitmeyenler de var ama gitmek isteyenler ve gidenler çoğunlukta. Toplumun desteğini de arkalarına alarak, arkalarına hiç bakmadan gidiyorlar. Ne var ki kaybeden kadın oluyor. Her ne kadar kızılsa, söylenilse de erkeklere; asıl kadınlara kızılıyor. Kocayı elinde tutamadığı, gitmesine sebep olduğu için... Vereceğim örnek de çoğunluk nezdinde kabul gören bir anlayışı üzücü olsa da doğruluyor. Perdede İtalyan yönetmen Roberto Faenza'nın 'Ayrılık Günleri' adlı filmi gösterilmektedir. Küçüklüğünden beri en büyük korkusu kocası tarafından terk edilmek olan bir kadının başına gelenler... Yakışıklı ve varlıklı bir koca, biri kız, diğeri erkek iki çocukla mutlu bir aile oluşturan kadın mutludur ve üçüncü çocuğu istemektedir.
ANLAM EKSİKLİĞİ! Oysa koca gitmek istemektedir, daha genç bir kadın arzulamaktadır. Bulmuştur da! 'Anlam eksikliği' yaşadığını söyleyerek, hem suçlu hem güçlü davranarak çekip gider. Kalakalır kadın iki çocukla. Terk edilmiştir daha genç bir kadın uğruna. Bunun şokunu yaşamaktadır. Her şeye rağmen dönmesini istediğinden, kabullenememektedir gitmesini. Kimselere, annesine bile söyleyememektedir terk edildiğini. Kendini suçlamaktadır. Çocukları da öyle. Adam ise hayatını yaşamaktadır; geridekileri düşünmeden. Sonunda dibe vurur kadın. Başka bir erkekle sevişmek ister ama aklında hep kocası vardır. Kocasına duyduğu aşk yüzünden çıldırma noktasına geldiğinde, bir erkeğin buna değmeyeceğini anlar. Etrafta onu her haliyle beğenen erkekler olduğunu fark eder ve gidenin ardından yas tutmayı bırakır. SORGULAMAYACAK! Kadınlar gözleri nemli çıkar salondan. Kendilerini görmüşlerdir, benzer şeyler yaşamışlardır, yaşayacaklardır. Ya erkekler ne hissetmiştir? Hepsini bilemem ama ismi bende saklı entelektüel bir yönetmen 'erkek düşkünü bir kadının bunalımları' olarak özetledi durumu. İsteriktir kadın! Çocuklarına bile kötü davranmış, eviyle ilgilenip yemek bile yapmamıştır. Gördüğünüz gibi esas çocuklara kötü davranan kişi unutuldu! Kısacası erkeklerin çekip gitme hakkı vardır içinde yaşadığımız şu gökkubbenin altında... Kadınlara ise hiçbir şey olmamış gibi davranarak hayatına devam etmek düşüyor. Sormayacak, sorgulamayacak, bunalıma düşmeyecek, başka erkeklerle birlikte olmayacak ve bekleyecektir. Kocanın eve dönme hakkı da vardır çünkü! Bizim de ağlama, üzülme, bunalıma düşme, kendimizi bulma hakkımız var tabii. Kimimiz gidenlere 'güle güle' deriz, kimimiz 'sineye çekeriz', kimimiz 'kısasa kısas' yaparız... Sonuçta kendi hayatımızı yaşarız. Tek gerçek var; kimseye bağımlı olmadan yaşamayı öğrenmek. Mesela, Tuna Kiremitçi'nin eski eşi böyle bir kadın. Basın tarafından yeni doğmuş bir bebekle terk edilen mazlum bir kadın rolü biçilse de, hiçbir zaman çaresiz kadını oynamadı. Yaşadıklarını kendinde saklı tutarak hayatına devam etti; ediyor. Bir kocaya bağımlı olmadan yaşamayı biliyor.
|