Döve döve getiririz!
Perşembe sabahı, Bodrum'da gazeteyi açıyorum. SABAH'ın başlığı, 'Inde turist abest - Turistin olmadığı yer'. Gülmekten katılıyorum. Çarşıya çıkıyorum. İn cin top oynuyor; esnaf kan ağlıyor. Günün mana ve ehemmiyetinin altını çizmek için Ödünç Yaşamlar adlı kitabımdan bir bölümü yeniden yayınlamanın zamanıdır diye düşünüyorum. Yabancılar gelmiyor, bari siz gelin arkadaşlar, bizi yalnız bırakmayın...
*** Hal ve gidiş bozuk. Turizm patlamıyor; üstelik sönüyor. Eh, deniz bizde, plaj bizde, saray bizde; bakmasak da, yıkılmalarını büyük bir umursamazlıkla seyretsek de; taşlarını araklayıp inşaatlarımızda kullansak da, tarihi eserin alası bizde. "Peki, niye gelmiyor lan bu herifler? Üstelik koşa koşa komşu 'düşman' ülkelere gidiyorlar?" Halkımız da alışmış, "Her şeyi ordu gelir halleder", demeye. Neredeyse üzüntü içindeler, "Kaç yıl geçti son müdahaleden bu yana, hala ihtilal mihtilal yok. Bu işleri kim düzeltecek, turizmi kim patlatacak?" diye söyleniyor millet. Kafamızı devekuşu misali, kuma gömdüğümüz için bütün bu olup bitenleri, dünyada kimsenin bilmediğini, izlemediğini, yorumlamadığını sanıyoruz. Üstelik bu durum bizim kafamızı bozuyor. Niye? Çünkü biz, çok güçlü bir ülkeyiz. Turist ne hakla gelmez ulan bizim ülkemize? Biz çok güçlü bir ülkeyiz, herkesi döveriz; çocuğumuzu döveriz, öğrencimizi, memurumuzu, komşumuzu döveriz; kız kardeşimizden hoşlanan delikanlıyı döveriz; anamızı babamızı döveriz; öğretmenimizi, bilim adamımızı, sanatçımızı döveriz. Biz erkek milletiz, gerekirse turisti bile döveriz. Gideriz Almanya'ya, "Niye Türkiye'ye gelmiyorsunuz da İspanya'ya gidiyorsunuz lan?" diye Almanları döveriz, döve döve getiririz. İsveçlileri de, Rusları da, İtalyanları da, Amerikalıları da, hatta Japonları bile döve döve getiririz. Ayrıca turist bizim içişlerimize karışamaz. Aydınımızı, sanatçımızı, yazarımızı, çizerimizi mahkemelerde süründürüp hapishanelerde çürütürmüşüz. Kime ne lan? Kime ne? Babalarının malı mı o aydınlar? Bizim babamızın malı, canımız ne isterse yaparız. Aralarına girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği ülkeleri üniter devlet yapılarını korurken kültürel çeşitliliğin yelpazesini yaşam biçimlerine sindirdiler; en karışık ülkeler bile toplumsal barışı sağladılar. Aralarında olmamız, o geniş kültürel yelpazenin içinde bulunmamız gerektiğini savunuyoruz. O zaman kendi ülkemizdeki kültürel çeşitlilik yelpazesini nasıl oluşturacağımız, bu mozaiğin neleri, nasıl bir araya getireceği çok merak ediliyor. Cevabımız hazır: "Size ne lan! Bunlar bizim içişlerimiz!" Tarihimize nasıl baktığımız; tarihe resmi tarihin dışında nasıl bir yorum getirdiğimiz, içinde bulunduğumuz sosyal, kültürel, ekonomik keşmekeşten kurtulabilmek için ne gibi hazırlıklar yaptığımız çok, ama çok merak ediliyor. İnsanımıza, sanatımızın, tiyatromuzun, edebiyatımızın, sinemamızın nasıl baktığı, dünü, bugünü ve geleceği nasıl yorumladığı asıl en çok merak edilen yanımız. Dünya kültür tarihinin bir parçası olan eski uygarlıkların miraslarına ne kadar sahip çıktığımız, onları bugün yeniden, nasıl yorumladığımız, gelecekle ilgili ne gibi düşler kurduğumuz da merak ediliyor. Kısacası turizm patlaması beş yıldızlı otel yapmakla gerçekleştirilemiyor. Dünyayla akıllı, çağdaş, demokrat, düzeyli, sanatla yoğrulmuş ilişkiler kurulursa, bir ülke yalnızca güneşin patladığı üç ay değil, 12 ay gülümseyen yüzüyle vitrinde tutulursa turizm patlıyor. Yani sadece otellerin değil, insanımızın da beş yıldızlı hale getirilmesi için uğraşırsak ülkemiz çok büyük ilgi görür ve de turizm patlar. Yoksa ne mi olur?.. Bir şey olmaz, yalnızca nasihat alırız. Benim dediklerimi ciddiye almazsanız; lacivert elbiseli, asık suratlı adamların beyanatlarına kanar, onları dürtmezseniz, içinde yalnızca turizmcilerin değil, sanatçıların, ciddi sanat festivali organizatörlerinin, diplomatların, gazetecilerin, yayıncıların da bulunduğu bir turizm kurultayı toplayıp sonuçlarını yaşama geçirmezseniz; halk oyunu ekipleriniz, mehter takımlarınız, solmuş çiçek buketlerinizle uçak, vapur kapılarında bekler durursunuz. Yok, "Sen her şeye maydanoz olma, kendi işine bak!" diyorsanız bir tek yolunuz kalıyor. O zaman "DÖVE DÖVE" getireceksiniz.
|