İnsan sadakatinin krallığı...
Ülkemizde her an her şey yasaklanabilir ama futbolun yasaklanabileceğini, stadyumların kapısına kilit vurulabileceğini hiç düşünebilir misiniz? Gerçi olmamış değil; Kurtuluş Savaşı sırasında ülke işgal altındayken halkın bir araya toplanmasından korkanlar, futbol karşılaşmalarını yasaklamış. Dünya tarihinde de örnekleri var. Futbol karşılaşmaları eski çağlarda, ne zaman ne de oyuncu sayısı kısıtlaması olmadan yapılıyordu. Bir köy halkı, öbür köy halkına karşı topu tekmeleyerek, yumruklayarak hedefine götürüyordu. Karşılaşmalar günlerce sürüyor, birçok cana mal olarak köylerden kasabalara yayılıyordu. 1349 yılında III. Edward, futbol yüzünden ülkesinde çıkan karışıklıkları durdurabilmek için futbolu yasakladı. Futbol da tıpkı politika gibi, ne kadar çok yasaklanırsa o kadar çok ilgi çekiyordu. Bütün yasakların daha çok merakı kışkırttığı doğrulanıyor böylece. Tarih yalnızca halkın değil, ne kadar yasaklasalar da, yöneticilerin de futbol tutkusunu anlatan öykülerle, bilgilerle dolu. Bugün yeşil sahalarda oynanana benzeyen futbolu tarihte ilk olarak Çinlilerin oynadığını biliyoruz.
USTA FUTBOLCU SEZAR! İmparator Julius Sezar da bir futbol delisi; iki ayağını da çok iyi kullanan bir oyuncu. Neron yalnızca bir ayağını ustaca kullanabiliyormuş... Arenalarda aslanlara attığı Hıristiyanlar "Biz buraya ölmeye geldik, ölmeye," diye bağırırlarken Neron da onlara "Cim cim cim, dal dal dal, Hıristiyan Hıristiyan al al al!" diye yanıt veriyormuş. Çin'de Ming Hanedanı futbol meraklısı, bugünkülere benzeyen meşin top ilk onlarda görülüyor. Aristophanes ve Shakespeare oyunlarında futboldan söz ediyor. Arkeologlar, milattan önce 1500 yılında Bolivya'nın Amazon Bölgesi yerlilerinin kauçuk ağaçlarını çizip, elde ettikleri lastik toplarla maç yaptıklarını anlatıyor. Birçok papanın Vatikan bahçelerinde, eteklerini ve elbiselerinin kollarını sıvayıp, kardinallerle top peşinde koştukları biliniyor. Kimi futbolu yerden yere vuruyor kimi göklere çıkarıyor. Eduardo Galeano muhafazakAr aydınların futbola bakışını şöyle anlatıyor: "Her şeyiyle futbola inanmış olan halk kitleleri, kendilerine yakışan bir şekilde ayaklarıyla düşünmeye başlarlar ve bilinçaltlarında tatmin olurlar. Bu aşamada hayvansı içgüdüler insan mantığına hakim olur, cehalet kültürü ezer ve böylelikle ayaktakımının istediği gerçekleşmiş olur." Solcu aydınlar da, yine Galeano'ya göre futbolu, 'yığınların gücünü azalttığı ve devrimci güçlerini başka yöne kanalize ettiği için aşağılarlar'. Oysa İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramschi şöyle diyor: "Açık havada ortaya konan insan sadakatinin krallığıdır futbol." Kimine göre oyun dürüstçe oynanmalı, kurallara uyulmalıdır, kimine göreyse, 'rekabete dayanan serbest piyasada geçerli olan kurallar günümüzde başarıya ulaşmak için, haklı ya da haksız her yolun denenmesine izin vermektedir'. Profesyonel futbolda vicdana, ahlaki değerlere yer yoktur. Köln takımının bir dönem çok ünlü olan oyuncusu Paul Steiner şöyle buyurmuş: "Ben para ve yıldız için oynuyorum; rakibimse paramı ve yıldızımı elimden almak için oynuyor. Bu yüzden kazanmak için her yolu denemekten çekinmem."
FUTBOL VE POLİTİKA Arjantin'in en büyük futbol yıldızlarından Carlos Bilardo, maçlarda büyük ustalıkla yaptığı çirkin hareketleriyle ünlü; Bilardo elinde gizlediği iğneyi rakip takımın oyuncularına batırdıktan sonra "Ben bir şey yapmadım," dermiş. Görüyorsunuz politikayla futbol ne kadar iç içe, aralarında büyük benzerlikler olan iki kültür. Futbolun politikası olduğuna göre, politikanın futbolu niye olmasın? Futbol dünyasıyla politika dünyası birbirinden çok da ayrı değil, büyük benzerlikler var aralarında. İkisi de sonunda halk kitlelerinin nefeslerini tutarak izledikleri, rakip takımların maçı kazanma mücadelesi değil mi? Futbolda da, politikada da oyun zaman zaman dürüst oynanıyor; zaman zaman da gözün gözü görmediği bir kör dövüşüne dönüşmüyor mu? İkisinde de aklı başında taraftarlar soğukkanlılık önerirken, gözü dönmüş fanatikler ortalığı birbirine katmıyor mu? İkisinde de oyunu oynayanlar parsayı götürürken, izleyenler nasihat almıyor mu? Politikada da futbolda da, dürüst bir oyun sağlamaya çalışan hakemlerin, anası avradı, kendi cinslerine karşı eğilimli oldukları sürekli olarak gündeme getirilmiyor mu? Öyleyse neden politika, bu kadar iç içe olduğu futbolun daha geniş kitlelerce izlenen gösteri biçimine dönüşüp kendini yenilemesin ki? Nasıl olsa günümüz 'sil baştan, yeniden yapılan' günü değil mi? Haftaya futbolun politikası, politikanın futbolu...
|