Ankara'dan durum raporu
Geçen hafta sonu beni arayıp, oraya, buraya veya şuraya çağıran arkadaşlarım 'Ankara'da' olduğumu öğrendiklerinde küçük bir şaşırma nidasının ardından "Ne işin var orada?" sorusuna muhatap ettiler beni. Cevabım kısa ve özdü: "Hafta sonu tatili!" Onların da ortak olarak ve istisnasız karşı tezleri: "Ankara'da tatil mi olurmuş?" İyi de beni neden bozuyorsunuz. Belki ben ülkemin bürokratik işleyişine dair gizli birtakım görevler çerçevesinde gazetem tarafından oraya gönderildim. Kimbilir belki karasal iklimi çok çekici buluyorum. Ya da dürüstçe: "Türkbükü'ne gidecek param yoktur ve Ankara'daki arkadaşlarımın yanında ucuz yollu bir tatil yapıyorumdur!"
CESUR BİR KARARDI Evet kabul etmek gerekirse; hafta sonu tatilini Ankara'da geçirmek çok cesur bir karardı. Ama otomobilimle Bolu Dağı'nı aştıktan sonra otoyolda kolumu pencereden dışarı sallayıp, saatlerce müzik dinleyip yolu izlemek çok dinlendiriciydi. Biraz kendimle kalmaya ihtiyacım varmış nedense. Tabii kendimle Bodrum'da veya Çeşme'de baş başa kalmayı çok isterdi deli gönlüm ama ne kadar düşündüysem düşüneyim; evine kara bir beleşçi gölge gibi çökebileceğim bir arkadaş veya 8. kuşaktan akraba bulamadım. Gece yolculuğunun ardından sabah saatlerinde Ankara'ya girerken "acaba yanlış mı yaptım" diye düşünmekten kendimi alamadım. Lakin daha sabahtan otomobilimin termometresi 36 dereceyi gösteriyordu. Ve otoyolun belli bölgelerinde zebaniler dans ediyordu. Ama artık olan olmuş, ay sonuna kadar ayırdığım paranın büyük bölümünü "dünyanın en pahalı benzini"ne vermiş olduğum için dönmek gibi bir şansım kalmamıştı. (yazarımız bu hareketi ile toplumsal olaylara karşı ne kadar duyarlı olduğunu göstermekten iftihar eder)
ANKARA BÜRO SÜPER! Ankara gerçekten ulaşım konusunu büyük ölçüde halletmiş. Alt geçitler, köprüler, yeni düzenlemeler gerçekten başarılı. Benim ilk durağım; Sabah Gazetesi'nin Ankara bürosu oldu. Ankara'dan muhabir Ceren Akdağ arkadaşım, her İstanbul'a gelişinde "Sizin binanın Boğaz manzarası varsa, bizimkinin de geniş masaları ve yüzme havuzu var" diye dalga geçerdi. Gerçekten gazetemizin Ankara tesisleri ile gurur duydum. Ceren'in beni ezen bakışları altında birkaç kez "Ama Boğaz manzarası" demeye çalıştım ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Bu şoku atlatmak için dostlarımın beni götürdüğü Quick China'da fazladan birkaç suşi ile kendime gelmeye çalıştım. Quick China özellikle dekoru ile göz dolduruyor. Yemekler süper ve fiyatlar İstanbul'daki lüks Çin restoranlarının neredeyse yarısı. Zaten Ankara'da özellikle bu yemek fiyatlarındaki ucuzluk insana bir keyif (ve fazladan löp löp kalori) veriyor ki sormayın. Arkadaşlarım sürekli "Acaba bu ukala İstanbulluyu nereye götürüp mars etsek" diye aralarında fısıldaşıp duruyorlar. Ama zaten ben gelen her hesapta mars oluyorum. Gece Güven Park manzarasına karşı çok güzel bir yemek yedik. Ancak ertesi sabah kahvaltı için gittiğimiz İncek yolu üzerindeki 'Çardak' gerçek bir başyapıttı. Buradaki patlıcanlı gözlemeye bayıldım.
BAKAN AĞZINI KAPADI İşte burada kahvaltıda karşı masada oturan aileyi görünce Ankara'da olduğumu anladım. Biz İstanbul'da kahvaltıda ünlü birilerini görebilir ve önemsemeyiz. Ama karşımda eski bakanlardan Koray Aydın, ailesi ile kahvaltı yapıyordu. Bir politikacıyı ilk kez yakından gören biri olarak gözlerimi diktim. Koray Bey ise sanırım gazeteci olduğumu anladı. Ben bunu, eşinden tuzluğu isterken dudaklarını okumayayım diye eliyle ağzını kapamasından anladım! İki gün süren Ankara seyahatim yine de beni çok dinlendirdi. Kendime getirdi. Evet, Ankara gerçekten güzel, onların hayatı bizden daha az stresli ve daha ucuz belki ama bizim de Boğaz manzaramız var! (Cerenciğim, nanik nanik!) NOT: Sanırım, Ankara üzerine yazı yazıp, fotoğraf olarak suşi resmi koyan ilk Türk gazeteci oldum. Kendimi kutluyorum!
|