|
|
Her koyda büyükelçilik
Üçüncü gün rotayı Datça'ya çeviriyorum. Ortanca birader, ailesiyle yazlıkta. Geçerken uğramamazlık olmaz. Datça'ya ilk kez gittim ve bugüne kadar gitmediğim için kendime fena halde kızdım. Ne Bodrum, ne Kuşadası, ne Çeşme... Datça'yı görmeden ölme... Oraları mesken tutan merhum yazar Can Yücel'in önünde bir kez daha saygıyla eğildim. Hele bir Palamutbükü koyu var ki, bir yıl boyunca her gün yazsam, yine de bitiremem. Ya Fevzi Usta'nın mutfağından çıkma enfes balıklar ve Rum mezeleri... Ama gelin, görün ki elin gâvuru, benden 30-40 yıl önce keşfetmiş buraları. Almanlar, İngilizler, Kanadalılar koyların en güzel arazilerini kapatmışlar. Orta yere evlerini kondurup, etraflarındaki araziyi de üç metrelik duvarlarla çevirmişler. Yani her koyda üç büyükelçilik, iki konsolosluk binası var sanki... Alman öğretmen iki yılık maaşıyla bu cennet bahçesinin sahibi olabiliyor. Benim öğretmenimin o koya öyle bir ev yaptırabilmesi için ömür boyu çalışması bile yetmiyor. Yani ortada ciddi bir fırsat eşitsizliği var. Diyelim ki ben Datça'da bir arsa alacak parayı denkleştirene kadar 10 yıl geçecek. O zamana kadar hem deniz kenarında arsa kalmayacak, hem de fiyatlar 100 kat artacak. Galiba Türkiye'de Türk olmanın gizli bir vergisi var!..
|