|
|
Hayatın kara mizahı!
Dün Günaydın'daki yazımda Çağan Irmak'ın filminde (Babam ve Oğlum) ağlamakla gülmenin, hüzün ve mizahın bir arada olduğundan söz ettim. Üç gündür de anlattığım şeyi bizzat yaşıyorum. Babamın kaza geçirip bacağını ve kaburgalarını kırmasından iki hafta sonra, annem de merdivenden kayıp bacağını kırdı! Aynı bacak! Aynı kemik! Aynı kırık! Hatta, aynı hastane! Üzül üzül nereye kadar? İşin ayarı kaçtı bir kere! Annemin ameliyattan çıkmasını beklerken seti arıyorum: "Senaryo bu hafta da bir gün gecikecek, bu sefer femur kemiği." "Gülse Hanım, babanız iyileşmemiş miydi?" diyor birisi. "Yok, bu sefer annem, ama öteki de daha tam iyileşmedi" diye anlatırken sinirim bozuluyor, gülme tutuyor! Hastanede muhit yaptım kendime! Koridorlarda bir yürüyüşüm var, evlere şenlik: "Merhaba, ooo nasılsınız, evet yine biz, yok bu sefer annem, o merhabaa, ne var ne yok görüşmeyeli!" Akşamın bir saati, yoğun bakımın kapısında bekliyoruz, birisi sarılıyor bana arkadan! Herhalde bir tanıdık, akraba falan diye düşünürken, bakıyorum ki, hayatımda ilk defa gördüğüm bir hanım! "Bir kere öpebilir miyim, çok tatlısınız!" diyor! Ağabeyim, ablam ve ben, üçümüz de fena halde meşgul insanlarız. Ayda bir karşılıklı görüşürsek ne ala. Son zamanlarda, olağanüstü halimiz yüzünden haftada üç dört gün birlikteyiz! Dün hastane odasında oturuyoruz. Bir sessizlik oldu. "Eh, bir akşam da başka bir yere gidelim, hep burada takılıyoruz" dedi ağabeyim! Yine gülme krizine girdik. Hayat böyle birşey işte. Çağan'ın filmi gibi...
|