Birinci sınıf vatandaş kim?
Günde üç öğün AB konuşmaktan gına geldi ama tartışmayı bitirmek için başka bir gezegene gitmek gerek. Dünya bunu konuşmaya devam ediyor. Mesela Vatikan'dan bir kardinal Poupard çok bozulmuş: - Türkiye ile Avrupa'nın ortak noktaları çok az! İzvetsia gazetesi ise Rusları ilgilendiren yönüyle bakmış: - Ucuz tatile elveda. AB ile müzakere Türkiye'yi pahalılaştıracak. Arap basını ise gönlündeki ' ah biz de Türkiye kadar olsun demokratikleşebilsek' arzusunu dile getiremediği için, bütün doğu halklarına bulaştırılmış aşağılık duygusunu yansıtmaktan sakınamamış. - Türkiye AB yolunda, biz de Avrupa'ya komşu olacağız, oh ne ala! Herkesin konuya kendi bulunduğu yerden bakması doğal... Bunların bizi en çok ilgilendireni tabii ki Vatikan'dan gelen ses: - Türkiye'nin çözmesi gereken pek çok iç sorun var! Din özgürlüğündeki eksiklik ve Hıristiyanların ikinci sınıf vatandaş gibi tanınması, AB üyesi olacak bir ülke için saçmalık. Müzakerelerde bu konuda anlaşma olursa memnuniyet duyarım. Bu anlaşma çok somut olmalı ve sadece görünüşte kalmamalı. Bu yüzden AB'nin Türkiye'yi içine alması büyük hatadır. Bu eleştiride haklılık payı yüksek! Fakat bizim ülkemizde sadece Hıristiyanlar değil, Müslümanlar da ikinci sınıf vatandaş! Daha doğrusu şu veya bu inanıştan gelme bir avuç seçkin hariç bütün vatandaşlarımız ikinci sınıftır. Günlük ekmek güvencesi bulunmayan, gelecek kaygısı yaşayan, yeterli zekâya sahip çocuğunu üniversitede okutmak için deveye hendek atlatmak zorunda kalan insan kâğıt üzerindeki eşit haklarla birinci sınıf vatandaş mı olur? Burada öncelikle kavramları sorgulamak gerekiyor. Ayrıcalıklı olmak başka, birinci sınıf vatandaş olmak başka... Türkiye'de filan ihtilal sonrasında ' Atatürkçülük ticareti' yapanlar, feşmekân iktidar zamanında da ' kirli sakal' ile çağdaşlaşıverenler ayrıcalıklı olabilirler. Lakin bu birinci sınıf vatandaş olmak değildir. Vatandaşın birinci ve ikinci sınıf diye ayrılabilmesi için dahi hukuk devleti olmak gerekir. Hukuk devleti yoksa ezici çoğunluk vatandaş kimliği taşıyan kölelerden, minik bir azınlık da ayrıcalıklı bireylerden oluşur. Orada ayrıcalık iktidarın iki dudağı arasındadır. İnsanoğlu vatandaşlık bahsinde henüz birinci sınıf-ikinci sınıf ayrımını yenebilecek kıvama erişmiş değildir. Hukuk devleti, keyfi yöntemlerle ayrıcalıklı vatandaş üretmeyi önleyebilmiştir, o kadar. Bu yüzden Kardinal Poupard'ın yalnız Türkiye'yi hedef alan dinci yargısı temelsizdir. Hangi uygar (?) ülkede herkes birinci sınıf vatandaş olabilmiş ki? Avrupa'nın hangi üyesinde göçmenler ikinci sınıf vatandaş durumunda değildir? AB müktesebatının özünde ötekiberiki ayrımlarını tasfiye temennisinin bulunması ne kadar gerçekçi ve etkindir? Konuyu müthiş bir derinlikle sorgulayan Amin Malouf'un (Emin Melûf) ' Ölümcül Kimlikler' isimli eserinde de ortaya koyduğu gibi mesele son derece karmaşıktır. En çarpıcı örneklerden biri de kendisi: Lübnanlı, Arap, Hıristiyan, Fransa'da yaşar, kökeninde bir miktar Türk, bir miktar Dürzi izi de bulunan Malouf aslında tam bir dünya vatandaşıdır. Her an, her yerde, üstelik pek uygar (!) ve pek aydın (!) bir Fransız okumuşu tarafından inceden inceye hesaba çekilircesine sorgulanabilir: - Kendinizi Lübnanlı mı hissediyorsunuz, Fransız mı? Adam ' Allah kahretsin, ille de birini mi hissetmek zorunda mıyım, neden her ikisi de olamıyor' diye dövünür! Fakat tabii boşuna! Kimliklerimiz gerçekten ' ölümcül' gölgelerimizdir. Yeryüzünde henüz insanları ' biz ve ötekiler' diye ayırmayan kültür yok. Bu ayrımın yapılabildiği her yerde de ikinci sınıf vatandaş gerçeği kaçınılmazdır. Gerçi, hazret-i Mevlana'nın ' ne olursan ol yine gel' sesinin yankılandığı Türkİslam dünyasında ' biz ve öteki' ayrımını aşmaya çok yaklaşan bir deney yaşanmıştır ama feleğin çarkında Batı uygarlığı bu yüce girişimin önünü kesmiştir. Şimdilik durum budur, sonrası için Allah kerim.
|