| |
|
|
Ya birileri kalabalıkları konu mankeni olarak kullanırsa?
Kanal 7'nin gerçek yıldızı "Şakacı" Çetin Çiftçioğlu'nun bir şakasını izledim. Bir benzin istasyonunda mola verilen çay salonunda herkes oturup çayını içiyor, bir şeyler yiyor. Derken en arkada oturan Şakacı, bir çığlık atıp, kapıya doğru koşmaya başlıyor. Çay salonunda oturan herkes, ne olduğuna bakmadan fırlayıp kapıya doğru koşmaya başlıyor. Çetin Çiftçioğlu bu şakayı değişik insanların bulunduğu aynı mekânda defalarca tekrarladı. Her seferinde herkes, kapıya doğru koşuştu. Kitleyi aynı akıl dışı davranışa yönlendiren tahrikçi (veya provokatör), bu olayda Şakacı Çetin Çiftçioğlu'ydu. Bunu bir örgüt, bir yabancı odak veya devlet yaptığı zaman ortaya felaketler çıkabiliyor. Diyelim ki Abdullah Öcalan, aynı anda çeşitli yerlerde birtakım gösterileri başlatan işareti veriyor. Ve diyelim ki, bir merkez de aynı anda çeşitli yerlerde bu gösterileri yapanların taşlanması ve mümkünse linç edilmesi için işaret veriyor. Burada söz konusu eylemlerin kitleleri tahrik ettiği şeklindeki bir gerekçe acaba kabul edilebilir mi? O zaman çoğunluğun veya sizin hoşunuza gitmeyen her davranış ve düşünce bir "Tahrik" nedeni değil midir? Örneğin, "Aziz Nesin, Aşık Nesimi ve arkadaşları, varlıkları ile Sivas'taki halkı tahrik ettiler. Bu nedenle Madımak Oteli'nde insanların diri diri yakılması, bir ağır tahrikin sonucudur" mazeretini ileri sürebilir misiniz? Veya 50'nci yıldönümünde üzerindeki esrar perdesi kaldırılan "6-7 Eylül Pogromu"nun gerekçesi olarak gösterilen "Ama Selanik'teki Atatürk'ün evini de Yunanlılar kundakladı" iddiası makul karşılanabilir mi? Hele bir azınlığı hedef alan bu kitlesel eylemin arkasında, olayı sınırlı tutabileceğini sanan ama özünde İstanbul Rumlarını tasfiye etmeyi amaçlayan bir resmi görüş varsa, olayı nasıl yorumlarsınız? Düşünün ki 1955'teki 6-7 Eylül pogromu ertesinde, İstanbul Rumları göçe başlamadı. Çünkü dönemin hükümeti dünya önünde özür diledi, bir bakan İzmir'deki NATO Karargahı önünde Yunan bayrağını bizzat göndere çekti, zarar görenlere devlet tazminat ödedi. Ama 10 yıl sonra yine Kıbrıs vesile edilerek, Lozan'da "Etabli" (Yerleşikler) diye tanımlanıp mübadele dışı bırakılan İstanbul Rumları, zorunlu göçe tabi tutuldular ve sınır dışı edildiler. Yani 6-7 Eylül olaylarına yansıyan devletin niyeti, 1965'ten sonra bir zorunlu göç içinde yeniden ortaya çıktı... Oysa İstanbul Rumları, Lozan'a göre Batı Trakya Türkleri ile aynı statüdeydiler. Ayrıca düşünün ki bu tür baskı ve zorunlu göçün benzerinin 1980'lerin sonunda Bulgaristan'daki Türklere uygulandığını da görmüştük. Lozan sonrasında Yunanlılar da Batı Trakya Türkleri'ne baskılar uygulamışlar, bu durum Atatürk-Venizelos yakınlaşması sonucu 10 Haziran 1930 antlaşmasının imzalanmasına dayanmıştı. Bu antlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerleri ne olursa olsun, İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi "Etabli" deyiminin kapsamı içine alındı. Ayrıca, her iki ülkenin azınlıklarına ait mallar konusunda da birçok düzenlemeler yapıldı. 6-7 Eylül'de başlatılan ve 1965'ten başlayarak Rumları göçe zorlayan süreç, bu statükoyu da bozdu. Eyleme itilen kitleler de, 50 yıl sonra bir sergiye eylem koydurulanlar da ne tarihi, ne de eylemlerinin tam nedenini bilirler. Onlar "Şakacı"nın şakasına kendilerini kaptıran konu mankenleridir sadece.
|