|
|
Sekiz metreden fazla atlayamayız bizi aşar
Hava nasıl yağmurlu. Gök gürüldüyor, şimşek çakıyor. Ortalık gri. Bugün işe gitmesem? Akşama kadar uyusam? Olmaz mı?
Bazen hayatta her şey ters gider. Randevunuza geç kalırsınız. Yetişmeye çalışırken kolunuzu bacağınızı bir yerlere çarparsınız. O anda telefon çalar. Işıklar söner, vazoya eliniz takılır, yere devirirsiniz falan... Kötü bir günün ardından geç de olsa eve geldiğinizde bu sefer televizyonunuzun çalışmadığını fark edersiniz... İyi de ne oldu buna? Binada kablolu bağlantı olmadığı için üyesi olduğunuz Digitürk'ü ararsınız. - Alo, Digitürk çalışmıyor, acaba birini gönderebilir misiniz? - Nasıl bir haftadan önce olmaz mı? Bir hafta televizyonsuz mu oturacağım ben? - Kablo mu? Yok ki sizi satın aldım. - Hayır efendim, evde anten de yok. Siz akıl vermeyi bırakın da, en iyisi mi bana mümkün olduğu kadar çabuk birini gönderin.
***
Nasıl yağmurlu bir gün. Hani sanki yaz değil de sonbahar. Nasıl gri bir gökyüzü. İyi de bu akşamki program ne olacak? Hani bahçede 10-12 kişi toplanacaktık. Ne bahçesi ne toplanması allahaşkına? Sen en iyisi mi biraz daha uyu, baksana saat daha sekiz. O anda kapı çalar. Bu saatte? Kim ki? Önce kıyafet değiştirilir, gecelikle de kapı açılmaz ki... Sabahın sekizinde karşınızda iki görevli vardır. Kocaman bir gülümsemeyle biz "Digitürk'ten geldik" derler. "Dört gün oldu, bravo" diyerek alkışlarsınız karşınızdakileri... Şaka yapıyorum. Görevliler içeri girerler. Televizyona bakıp "Digitürk'te bir şey yok televizyonunun fişi takılı değil ki" derler. Önce tek tek onları sonra kendinizi vurmayı düşlersiniz... Ama olmaz. "Olur mu canım? Dün akşam çektim fişi. Buyurun bakın yine çalışmıyor." Bir süre kablolar ve minik siyah kutuyla ilgilenirler ardından vurucu cümle gelir. "Bizim bir çatıya bakmamız lazım." Çatı mı, ne çatısı? Yukarıyı işaret eder görevli, gülümseyerek. "İyi de çatının anahtarı yan binanın kapıcısında. Şu anda servistedir." Görevli yine gülümser. "Tamam, yan binanın çatısına çıkalım oradan buraya atlayalım." "Yok canım artık herhalde şaka yapıyorsunuz." Yüzünüze ciddi ciddi bakarlar. Şaka yapmıyorlar. İyi de yan çatı bizden alçak, yukarı doğru mu atlayacaksınız yani? Bir taraftan kahve aranırsınız. Acaba söylenenleri yanlış mı anlıyorum diye... Gök gürülder, şimşek çakar. Elinde alet çantası olan görevli "Kaç metre?" diye sorar. Nasıl? "İki çatı arası kaç metre?" Ne bileyim ben? "Eğer sekiz metreden fazla değilse atlarız. Yukarıya doğru da atlarız." Nerede bu kahve? Niye sigarayı bıraktım ki ben? "Ama" diye devam eder görevli "Sekiz metreden uzaksa bu iş bizi aşar." Gök gürülder, şimşek çakar. "Demek sekiz metre atlıyorsunuz, başka neler yapabiliyorsunuz? Düşüp ölürseniz fatura kime çıkıyor? Yok canım sadece merakımdan soruyorum. Örneğin elinizdeki çantalarla mı yoksa çantasız mı atlıyorsunuz? Eğer çanta yoksa ben o atlayışa atlayış demem ona göre. Yağmur faktörünü düşündünüz mü? Hani şimşek falan çakıyor da- ..." gibi cümleler kurarsınız. Sonra sevgiliniz "Sabahın bu saatinde nedir bu sohbet?" diye sonunda merak eder de size katılır. Ve vurucu cümleyi söyler. "Olmaz öyle şey, siz bugün gidin, daha sonra gelin." Gider yatar. Aaa niye ki? Biz burada atlayışın detaylarını konuşuyorduk oysa. Sıradan bir gündür işte, Türkiye'de.
|