Suriye ve mesaj
Amerikan yanlısı olduğu söylenebilecek en son kişilerden biri herhalde İngiliz gazeteci Robert Fisk'tir. The Independent gazetesinde yazan Fisk, 11 Eylül'den beri sürdürülen Amerikan politikalarının ve bu politikaların uygulanışı sırasında yaşananların en amansız düşmanlarından biriydi. Afgan savaşından sonra Batılı olduğu için bir güruh tarafından dövülüp, öldürülmesine ramak kaldığında bile kendisine saldıranların haklılığından dem vurabilmişti. Lübnan hakkında en kapsamlı kitaplardan birini yazmış olan Fisk, geçen gün gazetesinde önemli bir haber verdi. Fisk eski başbakan Refik Hariri'nin öldürülmesini incelemek üzere Lübnan'a giden ve çalışmalarını tamamlayan BM heyetinin suikastle ilgili delillerin yok edildiği sonucuna vardığını iddia ediyordu. Bu iddialar hem BM hem de Beyaz Saray tarafından yalanlandı. Bu durumda Fisk'in yalan söylediğine hükmetmek gerekiyor ya da henüz BM yetkililerinin ellerindekini açıklamak istemediklerine. Gene de eğer BM raporundan Suriye ve Lübnan istihbaratlarını bir şekilde suikastle ilişkilendiren bir sonuç çıkarsa, Suriye'deki rejimin işi daha da zorlaşacak demektir. Zaten daha şimdiden eskiden olduğu türden bir kontrolün sürdürülmesi mümkün görünmüyor. İki gün önce yapılan muhalif gösterinin Hizbullah'ınkinden bile daha görkemli olması bu muhalefetin yılların birikimine dayandığını gösterdi. Bu bakımdan, dile getirilen taleplerin ardında yalnızca dış güçlerin müdahalelerini aramak anlamlı değil.
ABD projesi diyerek... Ancak Lübnan'da, Mısır'da, Filistin-İsrail'de farklı yerel dinamiklerin harekete geçmesi ABD'nin Ortadoğu'yu dönüştürme azminin dışında gerçekleşmiyor. ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın bu bağlamda "Ortadoğu'nun değiştiğinin farkında olmayan, hatta bu değişimi durdurmaya çalışan devletlerin..tecrit edilmesi ve kınanması gerekir" demesini dikkate almak gerekiyor. Aynı Rice bir muhalifi hapse attığı için Mısır ziyaretini iptal edebildiği gibi, ABD Dışişleri Bakanlığı İsrail'e yerleşim bölgelerini boşaltma planlarını uygulamadığı için hayli sert şekilde yükleniyor. İster istemez tüm bölge ülkeleri ABD'den gelen değişim baskılarıyla hesaplaşmak zorunda. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, tüm bu ülkelerde rejimlerin meşruiyetlerini büyük ölçüde yitirmiş, kendi vatandaşlarına düşman rejimler olmaları. Bu bakımdan da liberali, İslamcısı tüm muhalif gruplar ABD'nin yeni siyasi açılım baskısından yararlanıyor. Çok uzun zamandır ilk kez tüm bu ülkelerde siyaset alanı açılıyor. İşin sonunun nereye varacağını öngörmek kolay değilse bile sırf Amerikan projesi bu yöndedir diye özgürlük ve katılım özürlü Ortadoğu'da bu arayışlara karşı çıkmak akıl kârı değil. Bu gelişmeler Türkiye açısından hem fırsat, hem de tehdit anlamına geliyor. Etrafı demokratikleşen ve dünya ekonomisine eklemlenen ülkelerle çevrili bir Türkiye, deneyimi sayesinde bu gelişmeden büyük yarar sağlar. Ancak bu değişimde bir şekilde aktör olarak yer almadığı taktirde kendisini benzersiz kılan özelliklerinin göreli önemi de azalabilir. Yani Ortadoğu'nun lideri olacağım, iddiasının somut siyasi gelişmelere uygun bir stratejiyle desteklenmesi gerekir. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Sezer'in yapacağı Şam ziyaretinin iyi hazırlanması, Suriye'deki rejimi kollayacak bir görünüm vermemesi ve mümkünse Türkiye'nin müttefikleriyle koordine edilerek bazı mesajların iletilmesi şarttır. Yoksa Türkiye'de marjinalleşme riskine girmiş olur.
|