Umuda yolculuk
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün İsrail, Filistin ve Ürdün ziyaretlerinin zamanlama açısından doğru, bölgedeki siyasi gelişmeler açısından da anlamlı olduğuna kuşku yok. Ancak buradan yola çıkarak Türkiye'ye üstlenemeyeceği, üstlense de altından kalkamayacağı misyonlar biçmek hatalı olur. Çok kısa ve açıkça söylemek gerekirse Türkiye, Filistin-İsrail arasındaki savaşın sona erdirilmesinde, genel bir barış sürecinin başlamasında ancak bu kanallar tam anlamıyla açıldığında etkili rol oynayabilir. Bu ziyaretler, o türden bir rol için gereken zeminin hazırlanmasına katkıda bulunacakları ölçüde ve Türkiye'nin görüşlerinin tüm taraflarca anlaşılması açısından yararlı sayılmalıdır. Türkiye'nin bu sorunun bölgedeki ve bölge dışındaki tüm taraflarıyla yakın ilişkileri olması da kuşkusuz bir avantajdır ancak Türkiye'yi lokomotif yapmaya yetmez. Ortadoğu'daki çalkantıların durulması için mutlaka çözülmesi gereken İsrail-Filistin çatışmasında bugün Yaser Arafat'ın ölümünden öncesine göre daha iyimser bir noktada duruluyor. Hepsinden önemlisi Filistin'de pazar günü başkanlık seçimi yapılacak. İdari açıdan da perişan vaziyette olan işgal atındaki topraklarda ekonomik ve idari reform yönünde mümkün olduğunca adım atılıyor . Başkan Bush bir Filistin devletinin kurulmasını istediğini, bu sorunun çözülmesinin ikinci döneminin baş önceliklerinden olduğunu tekrarlıyor. İngiltere Başbakanı Tony Blair bu sorunda mesafe alarak mayıs ayında yapılması beklenen seçimi kazanmak istiyor.
İpuçları, kuşkular ve ötesi İşgal altındaki topraklarda seçim atmosferi nedeniyle Hamas ve Cihad gibi örgütlerin popülaritesinde bir düşme yaşandı. Dahası, özellikle Hamas içinde şiddete daha az prim veren bir siyaseti benimsemek isteyenlerle terör eylemlerini sürdürmek isteyenler arasında bir kırılma da yaşanıyor. Tüm bunlar insanı iyimserliğe sevkedecek noktalar olsa da bu meselenin yalnızca Filistin tarafındaki değişikliklerle ya da kişilerin iradeleriyle çözüleceğini beklemek de yanlış olur. Ariel Şaron'un Gazze'den çekilmeyi istediği açık. Bu şekilde İsrail bir buçuk milyona yakın Filistinli nüfustan kurtulmuş olacak. Şaron bir Filistin devletinin kaçınılmazlığından da söz etti. Ancak kafasındaki devlet için Batı Şeria'nın tümünü terk edip etmeyeceği, Filistin devletinin toprak sürekliliğinin bulunup bulunmayacağı, Kudüs'ün geleceğinin nasıl şekilleneceği gibi konularda herhangi bir ipucu yok. Pek çok yorumcu Gazze'den çekilmenin ötesinin gelmeyeceğinden kuşku duyuyor. Genel kanı, ABD bu işe tüm gücüyle asılmadığı taktirde barış sürecinin sağlıklı bir şekilde canlandırılamayacağı yönünde. Tarafların umutları çok artar ve sonuç alınamazsa o zaman son ve herhalde en feci şiddet döneminin başlaması da kaçınılmaz olur. Kendisi de Filistinli olan Daily Star gazetesi yazı işleri müdürü Rami Huri, bu bağlamda Filistin liderliğinin şu konularda artık net bir karar vermesi gerektiğini savunuyor: "İşgale karşı Filistinliler askeri bir direnişi mi tercih etmelidir, şiddeti dışlayan bir direnişi mi? İsrail ile barış mı, savaş mı istiyorlar? ABD bir diplomatik ortak mı, müttefik mi, hasım mı?... Filistinli mülteciler İsrailliler'in kesinkes reddettiği geri dönüş hakkına sonuna kadar sarılacaklar mı, yoksa İsrail ve ABD'yi de adım atmaya zorlayacak gerçekçi, şerefli bir uzlaşma formülü bulabilecekler mi?" Önümüzdeki dört gün bu soruların cevaplarını İsrail ve Filistin'de aramaya çalışacağım.
|