Selülit problematiği
Selülit dediğin Şekerdir yediğin... Hayat zor tabii. Gün geçmiyor ki yeni birinin foyası meydanaçıkmasın. Foya da ne? Selülit! Affınıza mağruren bu işin o kadar bokunu çıkardılar ki Jennifer Lopez falan gibi birinin, selülitin öldürmez, sakat bırakmaz falan olduğu deklarasyonunu yapması lazım. Niye o? Şu yüzden: Öncelikle bir yabancı, Türk kaşığı ile bize yabancı maması sunacağı için. İkincisi: Güzellik sınır kapısının koca popo vizesi onunkinden çıktı bunun için... Üçüncüsü: Onda da selülit mevcut. Dördüncüsü: Ben Affleck'le ilişkisinin en azından selüliti var diye bittiğine dair bir duyum almadık... Bu illetle şerefyab olmamak, en azından Akdeniz kadını olmamayı gerektiriyor zannımca. Gayrısı kurtarılmış bölgedeki taife mi o zaman? Teker teker etekleri açıp bakmak lazım! Uzun sürebilir... Jennifer, Jennifer diyoruz; öyle ki bu, Hande Yener'e benzeyen kişi(!) rüştünü ispat ettikten sonraları, don satan mağazaların Milo Venüsü'nü andıran kolsuz kafasız vitrin mankenlerinin sayıları bile genişledi. Bu durumda ben, tüm ilk gençliğimde oramı buramı kapatmak için giydiğim pantolon üstü gömleklere lanet etmez miyim? Bu selülit denen nane maalesef güzel kardeşlerim, artiz, zengin, güzel, çirkin tanımıyor. Alien gibi gelip çaktırmadan oramıza buramıza yapışıyor. Zargana gibi zaiif, besisiz kızlarımızda da mevcut; balina gibi iri, şen şakrak hanımefendilerde de. Ayrıca "benimki sıfır valla'' deyip şımarmanın da alemi yok. Zira burada "Nazar etme ne olur, çalış senin de olur?'' yaklaşımında bulunursak tuhaf bi laf etmiş olmayız. Diyetten miyetten azade doğru beslenme şekli, bir yaşam şekline dönüştürülmediği takdirde er ya da geç bu illetten nasibini almayan genç kadın kalmayacaktır... Niye böyle düşünmekte olduğumu biraz açıvereyim: Bu kızların nassıl beslendiklerine şahit olmaktayım. Biz, (ben ve yirmi arkadaşım!) çayı üzümle içenlerden değiliz. Bizim gençlikte de "fest fuuud'' vardı, yok değildi yani. Ama biz sadece bununla beslenmezdik. Annemizin yaptığı bamyaya da kapuskaya da itiraz etmez, oturur yerdik. Kıssadan hisse neymiş? Keşfetmek için bir manavla evlenmemiz gerekmiyormuş! Hülasa: Selülitin b.ktan yanı ile başladık söze buna mukabil ottan yanı ile neticelendirdik. Selülitle ilgili bir derdim de bazı hem debi kısım kadın yazarın buna ısrarla "selüloit'' demesi! Selülozla mı karıştırıyor desem, kendine gazeteci diyen birinin, gazetenin hammaddesi ile kadın vücudundaki bir çeşit irini (iyghhık!) karıştırması "caahil caaahil'' etkisi yaratmaz mı? Hı? Selülit denen hastalığın yazı kışı, sonu başı olmadığı kanaatindeyim. Zira ömrümde duymadığım kadar yöntem icat olundu (iicaadolundu şeklinde okunur!) Hiçbirinin en ufak ama gerçekten en ufak bir yararı olmadığını bilsek iyi olur şeklinde düşünmekteyim. Paraları kürekle harcadığımız bu ve benzeri endüstri "umut endüstrisi'' bunu biliyoruz. Buna rağmen sokağa atacak parası olanlarımız bu parayı sahiden sokağa attığını bilsin de hiç olmazsa kendimize karşı madara olmayalım. Sonsuz güzel ve faideli yazımın finalinde... Dünyanın gelmiş geçmiş en şahane yaratığı Marilyn Monroe ablanızın bir resmini size armağan ediyorum. Baskıda çıkar mı çıkmaz mı aletlerin içinde olmadığım için bilemeyeceğim ama onda da var; ben resmin aslını gördüm. Bir ara 44 beden olmuş güzeller güzelinin de selüliti olduğunu bilmemiz bizi "Haydin kızlar pastaneye'' formatına mı sokar, yoksam bindiğimiz daldan düşmemek için sikleti muhafazaya mı neden olur bak asıl orasını bilemeyeceğim. Ha bu arada; Algida'nın kabak tatlılı dondurması çıkmış!
|