kapat
   
SABAH Gazetesi
 
    Yazarlar
    Günün İçinden
    Ekonomi
    Gündem
    Siyaset
    Dünya
    Spor
    Hava Durumu
    Ana Sayfa
  » Günaydın
    Televizyon
    Astroloji
    Magazin
    Sağlık
    Cumartesi
    Aktüel Pazar
    Yaşama Dair
    Sinema
    Hobi
Günaydın
ATV
emedya.sabah.com.tr
Google
Google Arama
 
Lefterci ve 27 Mayıs'çıydık!
Yazdıklarım vahiy değil
Lefterci ve 27 Mayıs'çıydık!

Lefterci ve 27 Mayıs'çıydık!


“Gazeteciliğe başladığımız yıllarda Türkiye’de siyasette İsmet Paşa, sporda Lefter ilahtı. Biz Paşa’cı ve Lefterci’ydik” "Bütün hayatımız askeriyenin içinde geçince, biraz da askeri kurallarla yetiştik... Ben 27 Mayıs'çıyım hâlâ, öyle kaldım...".

Hıncal Abi, geçen pazar 'o kalabalık kadrolu maç evi'ne davet etti sağolsun. Gittik, sanki iş değil, keyif çattık ve döndük... Tamam, sıkı bir Galatasaraylı olarak üstadın keyfi kaçtı ama olsun varsındı...
Maç bahane, hayatı hafifletmek şahaneydi doğrusu.. En sevdiği dostlarıyla bir aradaydı ya, yabancılaşma yoktu ya, kızıp köpürseler de sonunda kahkahayı bir biçimde koyveriyorlardı ya... Daha ne olsundu... İyi katılmışım o maç akşamına... İyi ki (bunca yıldır tanıdığımı sandığım ama...) yakından tanıdım Hıncal Abi'yi... (Az şey değil sahiden... Dört buçuk saat süren ve ağırlıkla da yaşamına dair sohbet, bir o kadar da evde, bahçede çekimler vs... Yetmeyip, 50 yıla uzanan küpürlerde, görsel kayıtlarda arama, tarama.) Ve Bir Yudum İnsan için yaptığımız sohbetin bir bölümünü, GÜNAYDIN okurlarıyla da paylaşma fırsatı çıktı... Öyle ya... Söz uçar, yazı kalır...
Hıncal Uluç...
Aslında o, her ne kadar "Tam zamanında 'yer'imi aldım" dese de... Hayata, siyasete, edebiyata, sinemaya, kavgalarına ve yaşamın bütün ayrıntılarına ilişkin sınırsızca kalem oynattığı köşe yazarlığına, Hıncal'ın Yeri'ne, ellisinde... Meslektaşlarının deyimiyle, oldukça geç bir yaşta başladı... Ama bir başladı, pir başladı... 1990 baharında başlayıp, bugünlere uzanan... Ve gezerek, tozarak, okuyarak, sorarak, görerek, hafızasından ya da cebinden çıkararak, tabii ki yerine sadık kalarak yazdıkları, sordukları, cevapladıkları... Basın tarihine de, yakın zamanlara da bakıldığında görülecektir ki... Nefret edilen yazılar kadar, aşkla sahiplenilen satırlar ya da düşünceler içerecektir bunlar... Ve o yazıların sahibinin nefret edeni de çok olacaktır, seveni de! İşte, arşivler orada durmakta... O 'yer'den çıkan hemen hemen her yazı sonrası, başka bir gazete, başka bir mekân, başka kişi, başka bir kurum ya da komşu sütundan, bazen küfür kıyametle sonlanan cevaplar gelecek... Bazen sonuna ve dibine kadar (Hıncal haklı) sesleri, yazıları, ya da sözleri... Ama şöyle ya da böyle, bir gazete yazarının başına gelebilecek en keyifli sonuç da çıkacaktır... O yer çok okunacak, o yere, çok uğranılacaktı... Kendi deyimiyle hissettiklerini ölçmeden biçmeden, ucu bucağını düşünmeden, planlar kurmadan, sonu nereye varır diye hesaplamadan sayfalara aktaran, yerine düşüren... Fakat, kimi zaman eleştiri dozu yüksek olsa da, hatta satırlar haşin bulunsa da, kimilerinin aksine asla küfür kullanmayan bir köşe yazarı olarak gelip geçen Hıncal Uluç... İşte sorular... İşte cevaplar... Tabii sadece bir yudumu!

*Yazılarda polemik oluşsun bir refleks var mı?
Hiçbir yazımda, eskilerin deyimiyle maksad-ı matuf yok. Yazılarım önceden düşünülerek, belirli bir amaca yönelik yazılmaz. Benim yazılarım, ben ne düşünüyorsam odur. Ama düşünce tarzım farklıdır bir miktar. Asıl önemlisi şu: Benim gibi çeşitli konularda düşünen çok kişi var. Ama onlar benim gibi düşündükleri halde benim gibi yazamıyorlar, mesele bu.

*Bir dönem Fatih Terim'le çok yakın dostluk... Ya sonra..
O konu açıldığı zaman yıllar sonra, Fatih Terim de, ben de gereğinden fazla ileri gittiğimizi söyledik. Neticede insansın, sinirlerin var, öfkelerin var. Karşılıklı atışmaya girdiğin zaman, durabileceğin, kontrol edebileceğin şeyler çok zor. Yani Fatih orada tam bir kabadayı üslubu içinde, neredeyse tehdit eder bir eda ile, "Biz onu susturmayı da biliriz, tribünde adamlarımız var, işaretimizi bekliyorlar" dediği zaman, ben Bırakın o kent kırosunu" dedim. Fatih'in dememesi lâzım, benim de dememem lâzım. Ama kopuyor demek ki bir yerden.

*Yazılardaki özgüven?..
Benim yazdıklarım Allah'ın emri değil. Vahiyler yazmıyorum. Ben bir insanım. İnsanın yanlışları da var. Ama yanlışlar da, doğrular da benim. Ben kalemimi kimsenin yanlışına alet etmedim. Kimsenin yanlışına kurban olmadım.

*Tebdil-i mekânda ferahlık yoktur galiba!
Ben bir yerde mutluysam bunu niye değiştireyim? Yeni gideceğim yerde mutlu olup olmayacağım belli değil. Bak bu önemli bir sebep. Bunu kimseye anlatamıyorum ben. Çünkü mutluluğu illa ki parayla ölçüyorlar. Ben buraya geliyor, canımın istediği her yazıyı yazabiliyorum. Turgay Ciner'i de eleştiriyorum, Dinç Bilgin'i de, Sabah'ın bütün yönetimini de, Sabah Spor'u da eleştiriyorum. İstediğim her şeyi yazıyorum bunları yapıp yapamayacağımı bilmiyorum. "Hıncal istersen yaz" diyorlar ama demesi kolay. Burada yazıyorum. Turgay Bey diyor ki, "Sen fena fillah mertebesine ulaştın, istediğini yazarsın." Yani bu tabii ki, 'delidir ne yapsa yeridir' demek gibi ama sen gazeteciliğin öyle bir mertebesindesin ki, artık üstad-ı azam gibi oldun, sen de söyle.

* Hıncal Uluç markası...
Benim fiyatımın yükselmesinin önemli sebeplerinden bir tanesi de budur. Marka oluşum. Ama bu kısım beni ilgilendirmiyor. Bir tek şey beni ilgilendiriyor. Sabah 07.30'da kalkmak, kapıya gidip gazetemi almak ve ön sayfaya bakmadan sayfamı açmak, kendi yazımı okumak. İşte insanoğlunun mutluluğu bence budur. O yazıyı bana yazdırmadılar mı, benim mutlu olmam imkânsız. Zevkle okumak için bakarım oraya. Hıncal Uluç'un en iyi okuyucusu benim. İlk okuyan benim.

* Bu ne anlama geliyor?
Megoloman diyorlar, narsist diyorlar. Ne derlerse desinler. Bir gazeteci eğer kendi yazısını zevkle okumuyorsa, o gazeteci değildir. Gazeteci kendini keyifle okumak zorunda. Kendini okumayan gazeteci gazeteci değildir. Önce kendi yazını okuyacaksın, sonra gazeteni ilanlarına varıncaya kadar okuyacaksın. Gazetecilik bu, içinde olacak, fıkır fıkır kaynayacak, çekecek seni içine.

* 70'lerde TV sunuculuğu da var. Hiç sansür oldu mu?
Karataş dönemi, ben yine yarışma sunmaya geldim. Stüdyo şefinin eli havada, tam başlayacağım önüme bir kağıt getirdiler. "İşte Hıncal, şu kelimeleri kullanmayacaksın" diye. Kağıdı buruşturup çöpe attım. Devam ettim programa. Ondan sonra televizyona "Bana sansür mansür demeyin, ben size aşık değilim, siz de bana aşık değilsiniz. Benden vazgeçebilirsiniz. Ama ben kendi kelimelerimle konuşurum. Karar verin ona göre!" dedim. Onlar da Aman seni idare edelim" dediler.

* Hıncal Uluç hâlâ aynı tavırda mı?
Bütün anlaşmalarımda hiç para pazarlığı olmaz. Sadece şunun pazarlığı olur: Arkadaşlar ben ne istiyorsam o yayınlanır. Ben ne yazıyorsam o çıkacak. Kelimesine dokunmayacaksınız. Onun dışında her şeyde anlaşırız. Bu şartımda anlaşabiliyorsanız kabul edelim." Bugüne kadar çalıştığım her yerde bu şartım hep kabul edildi.

* Ancak orduevleri ile ilgili bir yazıdan pürüz çıkmış...
Harbiye'deki Orduevi'nde beş yıldızlı otelin lüksü var. O zaman bir yazı yazdım ben. Dedim ki, "Dışarıda, atıyorum 25 lira olan kola, burada 1 lira. Aradaki 24 lirayı kim veriyor? Tabii ki bizim vergilerimizden ödeniyor." Böyle bir şey olmamalı. Dinç Bey odama geldi. "Bundan sonra askeriyeyle ilgili bir yazı yazarsan Genelkurmay Başkanı'na sen cevap verirsin. Ben 45 dakikadır paşamla konuşuyorum. Hadi, Allahaısmarladık" dedi ve gitti. Sabah'a girdiğimden beri bana yapılan tek yazı uyarısı budur.

*Sonra, orduevileriyle ilgili yazı yazılmadı mı?
Aklıma geldiği zaman her şeyle ilgili yazı yazarım. Ama aramadılar.

* Hıncal'ın Yeri ve askerler...
Bizim gazeteciliğe başladığımız yıllarda Türkiye'de iki büyük ilâh vardı. Siyasette İsmet Paşa, sporda Lefter. Biz de sporcuyuz... Abim, Ahmet Taner, ben, Mehmet Ali Abi falan... Biz mülkiyeliyiz ya, bütün ihtilâl olaylarının içindeyiz ya, gazetenin geri kalanları bize Paşacılar ve Lefterciler diyordu. Sembolümüz Paşacı ve Lefterci olmak. Bizde Paşacılık var.

* Bu İsmet Paşacılık biraz askercilik anlamına mı geliyor?
Babamızdan geldi tabii. Bütün hayatımız askeriyenin içinde geçince. Babam da iyi askerdi. Biraz da askeri kurallarla yetiştik.. Ben 27 Mayıs'çıyım hâlâ... 27 Mayısçı olarak kaldım.

* 60'lı yıllarda esen o demokrasi rüzgarından Hınçal Uluç nasıl etkilendi? İşçi Partisi kuruldu, Çetin Altan falan...
Bir defa Mekteb-i Mülkiye'de solculuk fevkalade modaydı. Gündüzlüler ve yatılılar vardı. Yatılılar genelde Anadolu'dan gelen arkadaşlardı. 'Arapgirliler' derdik onlara biz. Onlar genelde sağcılardı; bizler, kent soylular, burjuva çocukları solculardık. Kalabalık olan bizdik. Solculuk modası hiç değişmedi. O günün solculuğu bugünkü gibi yumuşak da değildi. Sovyetler çökmemiş, en katı rejimle yönetilmekte hâlâ. Bizde de onlardan önde gitme telaşı var. Sevdiğimiz, saydığımız hocalarımız var. Sadun Hoca, o çok sevdiğimiz gazeteciler Çetin Altanlar, falan hepsi toplandığı zaman "Türkiye'nin kurtuluşu burada" falan derdik.

* Hıncal Uluç sosyalist miydi?
Yani "Ben sosyalistim" lafını hiç telâffuz etmedim. Benim yerim solculuktu. Biz solcuyuz. Hatta bir basketbol turnuvası düzenlenmişti Mülkiye'de. Ahmet, ben ve Radikal'de yazan Gündüz Aktan bir takım olduk. Baklava turnuvası. Bizim takımın adı 'Sol Ulufeciler'di. Bir yandan solcuyuz, bir yandan da Osmanlı artığı olmakta da devam ediyoruz.

* TİP binasına gidiliyor muydu?
Ben partiye gitmedim. Partiye Kurthan Hoca giderdi. Kurthan'dan bilgileri alıp "Yaşasın sol" falan derdik. Ben TİP'e oy vermezdim. Aslında pek oy veren biri de değilim. Seçimlerde aklımın yatmadığı, tam benimsemediğim hiçbir partiye oy vermedim. Öyle bir parti hiç olmadı, benim bütün oy verme hayatım boyunca... Yerel seçimlerde oy verirdim çünkü tanıdığım adaylar vardı. Bugüne kadar iktidar muhalefet, hiçbir partiden kendimi sorumlu hissetmedim...

DOĞAN'DAN İLGİNÇ TRANSFER GİRİŞİMİ!

*Transfer teklifleri hep reddedilmiş...
Benim tercihim değil, babamın bana verdiği terbiye. Bizim hayatımızda paranın yeri hiç olmadı. Alnınız açık olacak. İsminiz tertemiz olacak. Para nasılsa bir şekilde bulunur. Ele güne muhtaç değilim. Bana bugünkü kazancımın on mislini teklif ettiler. Bugünkü kazandığım beni gayet iyi yaşatıyorsa, gerisini ne yapacağım. Yani bankada 10 kuruşum varken 100 liram var, ne farkader ki o bankada durduktan sonra. Hayatımda çalıştığım hiçbir gazeteden istifa etmedim. Ya gazetem kapandı ya da beni kovdular. Buna aptallık diyebilirsin, sadakat diyebilirsin. Aylarca tek kuruş maaş almadan, öbür taraftan yüklü teklifler alırken gidemedim. Bu bir duygu meselesidir. İstanbul'a geldiğim ve Erkekçe dergisini çıkardığımız zamanlar. Aydın Bey de Milliyet'i yeni satın almış, benimle görüşmek istedi. Oturduk yemeğe. İlk ve büyük resmi tekliftir bu, benimle çalışmak istediğini söyledi. Dedim ki, "Aydın bey, ben şu anda Gelişim'de çok mutluyum. Mutluyken Gelişim Yayınları'ndan neden geleyim? Siz daha çok para veriyorsunuz diye mi? Peki mutlu olduğum bir yeri daha çok para veriyorlar diye terk eden birine siz nasıl gazetenizi emanet edersiniz? Siz nasıl güvenirsiniz?" dedim. Şu ilerideki binada da Erol Simavi oturuyor. Yarın da der ki, "Bu Hıncal mutluydu ama üç kuruş fazla aldı diye Milliyet'e geçti. Ben beş kuruş fazla vereyim bana gelsin. Denemesini de yaptınız siz. Üç kuruş parayla yer değiştiren Hıncal'a siz nasıl gazeteyi emanet edeceksiniz? Benim size tavsiyem mutlu insanlara teklifte bulunmayın. Bu İstanbul'da aldığım ilk büyük ve ciddi teklifti. Bilin ki mutsuz olduğumda gelir size söylerim."

Mesut Yılmaz'dan ULUÇ'a takip!
* Çok sık gezen Hıncal Uluç mu, evinde sakinliği arayan mı? Israrlı bir şekilde 'gecelerin adamı' olarak çıkarmak istediler benim adımı. Benim gecelerin adamı olarak anılmak konusunda bir itirazım yok ama kullanılış tarzı yanlış. "Bu adam sabaha kadar gezer, sarhoş olur. Bu adamın yazdıkları da bir sarhoşun yazdıklarıdır" demeye getirmeye çalışıyorlar. Ben 23.30'da yatarım, içki de hiç içmedim. Bir gün, Mesut Yılmaz'ın da dönemin Kültür Bakanı sıfatıyla katıldığı bir sergi açılışı için Washington'dayız! Otelin lobisinde oturuyoruz... Mesut Yılmaz dikkatle bana bakıyor... "Hayrola Mesut Bey" dedim. Dedi ki, "Yani sizi kutlamak lâzım, saatlerdir oturuyoruz bakıyorum size, portakal suyu içiyorsunuz. Yani bu kadar büyük bir içki alışkanlığıyla savaşmak, içkiyi terk etmek... Vallahi helâl olsun size. Etrafında bu kadar içki içen adam varken. Elini alkole sürmemek vallahi bravo size..." Ben, "Hayatımda elimi içkiye sürmedim Mesut Bey" dedim... Sonra öğrendim ki - eleştiriler yazıyorum ben- tabii Mesut Bey de basın danışmanını çağırmış ve "Bu adam kimdir bir araştırın bakalım" demiş. Basın danışmanı da, "Efendim ona aldırış etmeyin o zaten alkoliğin tekidir!" demiş, Mesut Bey de inanmış....

Nebil Özgentürk

DİĞER GÜNAYDIN HABERLERİ
 Diplomalı kör masörler geliyor
 Ne oluyor bu kıza?
 Dost düşman ayağa baktı
 Gazi Belediyespor 214 Giresun Camili Örnekspor 9
 Devlet akupunktur yapacak
 Şampiyonların üçü bir yerde
 Görme engelli sporcunun zirve aşkı
 Türkiye'deki en son akordeon tamircisi
 Damal bebeğine rakip geldi
 Lacivertler zevkli beyazlar ise hırslı
 Sevgi Sözcükleri
 Yumurta kabuğu ile çerçeve yapımı
HAKAN & UTKU
11 puanlık fark nasıl kapandı?
(Komplo teorileri)...
AYŞE TÜTER
Lezzet Güneşi
Bamya çorbası
Isıtılmış...
Umutla bekliyorlar
"Sonuna kadar güvendikleri" banka müdürünün önlerine koyduğu boş...
Öğretmeni vurdular
Mardin Kızıltepe'de Anadolu Lisesi Edebiyat öğretmeni 27...
Köpekler yakaladı
Edirne'nin İpsala Sınır Kapısı'- ndan yurt dışına çıkış yapmak...
Bu ilişki çok ciddi
Bu ilişki çok ciddi
Genç kızların peşinden koştuğu, gece hayatının hızlılarından...
Küba tatili yaramış
Küba tatili yaramış
Beymen'in patronu Cem Boyner ile eşi Ümit Hanım'ı, önceki...
Kalçaları 'out' oldu
Kalçaları 'out' oldu
Dünyaca ünlü sanatçı Jennifer Lopez için bu yıl hiç de iyi...
 
    Ana Sayfa | Günün İçinden | Yazarlar | Ekonomi | Gündem | Siyaset | Dünya | Televizyon
Spor | Hava Durumu | Günaydın | Bizimcity | Sizinkiler | Kapak Güzeli | Astroloji | Magazin Sağlık | Cumartesi | Aktüel Pazar | Yaşama Dair | Sinema | Hobi
   
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.