kapat
08.03.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Kayıtsız bir omuz silkmeye uğramış yazı dünyaları...

Önceki sabah telefonla Zülfü Livaneli'yi aradım. 13-14 milyon aileden oluşan bizim halk kitlelerinin, "telif hakları" konusundaki bilinçsizliği üstünde durduk.

Düşünün ki, bizde adam başına düşen yıllık kitap harcaması sadece 2 dolardı; Avrupa Birliği'nde ise 500 dolar...

Öyleyse son 70 yılda Türkiye'deki yazarlardan hangileri salt kalemleriyle geçinmeye çalışmış; hangileri de, yazı dışında Ankara'nın kendilerine sağladığı bürokratik ve siyasal olanaklarla, çok daha rahat bir hayat yaşamıştı?

Halk kitleleri, kendiliğinden ortaya çıkmış, böyle tuhaf bir ayırımın farkında bile değildi.

Çok güçlü bir kalem olan Falih Rıfkı nasıl yaşamıştı, yönetilen kitlelerin profilini çizmekte yoğunlaşan ve asla bir vitrin budalası olmayan Orhan Kemal nasıl yaşamıştı?

Zülfü Livaneli'yle sere serpe konuşmak, bir yaşam lezitidir benim için; tıpkı Ara Güler'le de, fırsat çıktıkça zamanı paylaşmak gibi...

Zülfü'ye:

- Şayet bizim halk kitleleri, kendi anadillerinin "yazı" boyutundan kopuk olmasalardı, dedim; salt telif hakkına dayanan "yazı ve düşünce" birikimlerinin mayasıyla da bütünleşmiş olacaklarından; siyasetçi demagojilerinin bu kadar kör bir tutsaklığına düşmezlerdi.

Ve o zaman gazetelerin toplam tirajı, bugünkü gibi 3 milyon değil, 30 milyon olurdu. 20 kişiye 1 gazete değil, Japonya'da olduğu gibi 2 kişiye 1 gazete düşerdi.

Avrupa Birliği üyeliği de, bu kadar yer çekimsiz tartışmalara neden olmazdı.

Adımı ilk kez basılı olarak gördüğümde, yıl 1942 idi; 9'uncu sınıftaydım. Ailem İstanbul'da olmadığı için, hafta sonlarında da; boşalmış okulun, sadece benim gibi "bekar öğrencilerin" bulunduğu, tenha yatakhanelerinde kalırdım. O yaşlarda içimde kök salmış bir yalnızlık öksüzlüğü, gece etütlerinde şiire dönüşürdü.

Dergilere gönderirdim yazdığım şiirleri. Ama hiç biri yayınlanmazdı.

1942'de bir tanesinin Foto-magazin'de yayınlanmış olduğunu görünce..

Sevinçlerin en benzersizi kapladı içimi...

1946'da Ankara'da Hukuk Fakültesi'yle birlikte Ulus gazetesine girdiğim yıl, kalem emekçiliğinin de ilk karşılığını aldım, 40 lira...

Ve şimdi yıl 2002.

Her yazı adamının hayali, ömrünün kapanan paranteziyle yarım kalmasıdır yazı hayatının.

Ama özellikle bu tür hayalleri gerçekleştirmek, insanın iradesi dışında...

Bir yazar, şu veya bu nedenle kendi gönlünde bir düğümlenme hissedince, salt bir görüntüyü sürdürmek için makine tıkırdatmakta ısrarı abartmamalı...

Şimdiye dek bu inançla geldik bu yaşa...

Bundan sonrasını ise sadece Tanrı bilir.



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır