Yabancı dostlarım bayılıyorlar Türkiye'ye; hem ne ararlarsa bulabiliyorlar buralarda, hem de güncel hayat çok ucuz ve renkli geliyor onlara...
Kaldı ki, kendi ülkeleriyle aradaki mesafe de, uçakla iki saat, çok kısa yani..
Yabancı dostlar Türkiye'ye bayılırken; neden bizler, yakınıp duruyoruz ki, doğduğumuz yerlerden?
Nedenleri basit:
Biz onlar gibi, mesleksel kalite ve yeteneklerimizi, Türkiye'nin dışında değerlendirerek; hayatımızı, evrensel ölçülere uygun bir güvence ortamında kazanamıyoruz...
Demek Türkiye'den daha çok hoşnut olmak için; parayı dışarda kazanıp, içerde yemek gerek..
Bundan başka yabancı dostlar, ne Türkiye'deki politika dalaşlarıyla ilgileniyorlar, ne de nefesleri daraltan ekonomik krizlerle...
Çocuklarını kendi ülkelerinde okuttukları, sağlık sorunlarını da kendi ülkelerinde çözümledikleri için, ayrıca Türkiye'nin ne eğitim sorunları takılıyor kafalarına, ne de sağlık sorunları...
Yabancı dostlara baktığımızda, Türkiye'nin tadını daha çok çıkarabilmenin reçetesi de billurlaşıveriyor karşımızda..
Parayı dışardan kazanacaksın...
Çocukları dışarda okutacaksın...
Sağlık sorunlarını dışarda çözeceksin...
Ve Türkiye'nin ne siyaset gayyasıyla ilgileneceksin, ne de ekonomik krizleriyle..
Bir ömür Türkiye'den yakınıp duran bir vatandaş olmak yerine, bir ömür Türkiye'de huzur ve mutluluk içinde yaşayan bir vatandaş olmanın formülü işte...
Biliyorsunuz, Türkler'in en büyük özelliği mesleksiz oluşları.
İkinci özellikleri de, evrensel kalitede bir meslek sahibi olmaya; Hazine'den geçinmeli üst düzey bir bürokrat olmayı yeğlemeleri..
Örneğin vali olmak, evrensel kalitede bir kalorifer tesisatçısı olmanın çok üstünde geliyor..
Merkez valileriyle birlikte, yüzü aşkın valimiz olduğu halde; evrensel kalitede kalorifer tesisatçısı pek bulunmadığından; bizim katın radyatörlerini, bir türlü çalıştıramıyoruz...
Bir yandan kat başına düşen ısı paralarını ödüyoruz; bir yandan da, çaresiz yakmak zorunda kaldığımız elektrik sobalarının, astromik faturalarını...
Eee yani... Siyasetteki dümbükleşmeye de elbet kızarsın, ekonomik krize de; İslam'ın, neden köylülükten burjuvalaşmaya geçemediğine hiç değinmeyen, İslam ulemasına da...
Böyle bir durumda, sayıları yüzü aşkın valimiz, nasıl bir çare bulsun ki, Türkiye'nin tadını daha çok çıkarabilmenize...
Artık anlaşılıyor ki, parayı içerde kazanıp dışarda yeme modaları geçmede... Yeni moda, paraları dışarda kazanıp içerde yemek üstüne...
Komandolarımızı, ders vermeleri için neden gönderiyoruz Afganistan'a?
Ankara'nın muhtaç olduğu dolarlar ancak böyle sağlanabiliyor.
Enver Paşa, Galiçya'ya 50 bin kişi göndermişti..
Menderes de Kore'ye 4500 kişi...
Gitsin asker, gelsin para, arkadaş...
İttihatçılar da, 10 yıllık iktidarları döneminde buram buram hamaset tüten böyle bir yöntemle ızgara-tava yapmadılar mı İmparatorluğu?
Ne yazık ki unutuldu o dönemlerin marşları. Yoksa hep bir ağızdan yine tekrarlayabilirdik:
Çok yaşasın Niyaziler,
Enverler...
Yabancı dostlarım bayılıyorlar Türkiye'ye... Onlara baktıkça göğsüm gururla kabarıyor..
Yerli dostlar ise gitgide daha solgun görünüyorlar. Herhalde bizim kattaki kaloriferlerin yanmayışından ötürü...
Malum ya, Cumhuriyet'imizin önde gelen sloganlarından biri de şudur:
Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için...
- Neden öyle şaşkın şaşkın bakıyorsunuz yüzüme; yoksa öyle değil mi?