kapat
15.08.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

GREENCARD
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )

Kazdağları, Assos, Öngen...

Cumartesi sabahı saat 6'da arabayla Göztepe'den Tekirdağ-Keşan doğrultusunda yola çıktık. Çanakkale Boğazı'nı Gelibolu'dan feribotla geçip; Lapseki'den, Ayvacık'a; oradan da Edremit Körfezi'nin kuzeyinde Kazdağı'nın üst yamaçlarındaki, -eski adıyla Büyük Çetmi- yeni adıyla Yeşilköy'e tırmandık.

Bin yıllık dostum Kemal Anadol'un da yakın arkadaşı olan, avukat Mehmet Öngen'le sevimli eşi Zühal Öngen'in; uğraşa savaşa yaptıkları bir dağ oteli vardı orada.

Günde bazen on altı saat çalışan Solmaz Kamuran'ı; İstanbul'un bu yaz büsbütün yoğunlaşmış rutubeti, bazen pek bunaltıyordu. Ve biliyorduk ki, Kazdağları'nda hava hem kuru ve esintili, hem de -başka yörelerde pek rastlanmayacak biçimde oksijen dopinglidir.

Kemal Anadol da, zaman zaman telefonla Öngen'de buluşmayı önerir, oraları över dururdu. Bir yılı aşkın bir süre önce, Mehmet Öngen de, Türkçesi çok güzel bir mektup yazmıştı; fırsat bulursanız mütevazı yerime gelir misiniz, mealinde...

Ve geçen hafta sonunda aklımıza esiverdi, iki günlüğüne oralara şöyle bir gidivermek..

Cumartesi günü saat 13'ü geçe Öngen'in yerindeydik. Zeytinlerle çamlar ve incir ağaçları arasında; çeşitli bölümleriyle oda ve salonlarına, değişik değişik merdivenlerle inilip çıkılan otelin; bahçesinde de, masmavi bir pisinle, bir Amerikan-bar ve yemyeşil Kazdağı vadilerinden uzaklardaki Ege'ye kuşbakışı bakılan on-on beş masa vardı.

Doğrusu hoş bir yerdi yarım pansiyon düzenindeki Öngen otelciği.. Mehmet anlatıp duruyordu, otel yapılırken, mevcut zeytin ağaçlarından hiç birini kesmemek için, planda ne değişiklikler yapmak zorunda kaldığını. Gerçekten de zeytin ağaçları, nerdeyse otelin içinden, ortasından yemyeşil dallarını uzatıp gitmişti odaların pencerelerine doğru...

Derken Kemal Anadol'la Gömeç Belediye Başkanı Orhan Babayiğit de geldiler... Damıtılmış dostlarla gönülsel ve beyinsel dalgalara "non-konformist" yelken açmanın sevinçli kahkahalarını yaşadık...

Mehmet Öngen, harika fıkralar anlatıyordu. Solmaz'ın hafif çatılan bakışlarını, gülücüklerle yumuşatmaya çalışarak; buzlu, limonlu, özel gazozlu cin içiyordum... Tabii biraz peşpeşe...

Pisinin biraz üstündeki teras masalarında, başları örtülü, uzun etekli şişmanca hanımlar da vardı; pisinin çevresindeki şezlonglarda, bacaklarını diz kapaklarından kırıp hafifce açmış, sırtüstü yatan bikinili genç kadınlar da..

Kitap, gazete, yazı çizi, Türkiye ve dünya olaylarıyla en ufak bir ilgilenme alışkanlığı olmayan; ciddi çizimli gözlüklerinin arkasından, hafif pozör bakışlı, güzel vücutlu, kardiyolog hoş bir kızla tanıştık. Zeki fakat, yazı kültürü noksanlığından ötürü, biraz angutolojikti. Sonunda pozörlüğünü fiskeledi ve fizik yapısına uygun kahkahalarından yoksun bırakmadı bizi..

Benim de, nerelerde neler yazdığımı hiç mi hiç bilmediği için; kendince bir analiz yaptı hakkımda. Kadınları önce şok edip, sonra ılımanca şakalaşma ve gönül alma taktiği uyguluyormuşum. Böyle bir analiz -biraz angutolojik de olsa- hoşuma gitti 75 yaşında...

Ertesi gün Assos'a gittik Ege kıyılarından... Çadırlı kampingler doluysa da, kıyı çayhaneleriyle lokantaları aşırı tenhaydı...

Assos, 2400 yıl öncesi uygarlığından arta kalmış kalıntılarda bile, heybetli ihtişamını sürdürüyordu. Hele yarım kavis, masmavi Ege'ye tepeden bakan tiyatro anfisinin taş basamakları... 2400 yıl önce oralarda oturmuş tiyatro izleyicilerinin, taşlarda kalmış görünmeyen anılarına, bir gönül selamı gönderdim... Hiç mi hiç angutolojik olmadıkları belliydi...

Ve Assos'a doğru çıkan yolun üstündeki köylerden birinde bir lokanta sahibi, koskoca bir afiş oturtmuştu göze çarpıcı bir köşeye, "Ne mutlu Türküm diyene" diye... Doğrusu daha uygun bir slogan bulunamazdı, yabancı turistleri hayran bırakmak için..

Assos'daki Behramkale Köyü'nün eski İonya uygarlığıyla, kendi doğallığı içinde el sıkışan sevimli teras kahvesinde, çay içtik..

Hemen yanıma sokulan köylüler; hem gazeteleri, hem de siyaseti öyle bir yakından izliyorlardı ki... Vaktiyle Meclis'de Hamido'nun tabancasını üstüme doğru nasıl uzattığını bile biliyorlardı.

Köylülerdeki bu bilinç, akşam yemeği sularında Öngen Oteli'nde karşıma çıkan ve keyfimi kaçıran; emekli olmuş oligarşik bir vali örneği; espri titreşimlerinden yoksun, dekan eskisi 72'lik bir göz doktorunun, mendil cebinden dahi geçmemişti...

Angutluk anıtına model olacak nitelikteki; eşi sayesinde gözlükçü dükkanı da bulunan; bayatlamış şalgam salatası tadsızı, tepemi attıra dursun...

Faruk Duman diye de bir dost, benim kitaplardan 25 ciltlik bir koleksiyonla gelmiş; tek tek hepsini imzalamamı rica ediyordu.

Hayatımda ilk kez bir dosta 25 cilt kitap birden imzalıyordum.

Her cilde ayrı bir ithaf yazdım ben de..

Pazartesi sabahı da Tayfun Talipoğlu, eşi, oğlu ve ekibiyle çıkageldi... Bir süre de buzlu, limonlu, özel gazozu cin refakatinde, başarının başarılısı genç meslekdaşlarla yarenlik ettik...

Ve Mehmet Öngen'le de, Zühal Öngenle de sarmaşdolaş vedalaşıp yeniden düştük yollara...

Bu kez Bandırma'dan transatlantiğe benzeyen o büyük araba vapuruyla döndük İstanbul'a... 48 saatte 800 km. yapmıştık. Neyse ki bizim Burhan Bursalı iyi kullanıyordu arabayı...

Pek yaygın olduğu halde bir türlü alışamadığım şarlatanlık angutolojisi yüzünden; Mehmet'le eşine lezzetli anılar bırakamadıysam da; bende de, Solmaz Kamuran'da da yaşanmış rüzgarlı düşler kaldı bu hızlı geziden...

O nedenle de, teşekkürler borçluyum Öngen'lere...

www.sigortam.net


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır