kapat
22.07.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

banner
Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

www.euronet-tr.com
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 

İnatçılığı 'keçi çobanlığından'


Torosların ortasında, bir çadırda, bilmediği bir zamanda doğan Enis Öksüz, keçi çobanlığı yaptığı çocukluğundan 'Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ni okumadan sokağa adım atmadığı bugünkü evine kadar hayatını anlattı
Daima ailemin yükünü sırtımda taşıdım. Kardeşlerim biri hariç hepsi devlet memuru. Onlara iş vermem aktarmadan ibarettir. Damadımı müşavirliğime almam ise 'hassas' görev için güvendiğim kişi olmasıdır

Durdum durdum tam da Enis Öksüz'ün istifa edeceği günü buldum. Tabii o günün ayrılık günü olduğunu bilsem, başka soruları öne çeker, zamanımı daha farklı kullanırdım. Nereden bileyim, röportaj yarısında kesilecek, bakan aceleyle fırlayacak, sohbetine doyamayan beni özel kalemine emanet edecek, ertesi sabah konuşmaya devam sözü verecek ama gidiş o gidiş olacak... Nereden bileyim? Konuştuklarımızın siyasi olanlarını hafta içinde gazetede okudunuz. Bunlar da yaşamına ilişkin paylaştıklarımız. Bir varmış, bir yokmuş...

* Çadırda mı doğdunuz?

Çadırda. Nerede hastane? Torosların ortasında, denizden mesafesi 900 metre olan bir köy. Babamın annemin yarı-göçebe olan hayatından yerleşik hayata yoğun bir şekilde geçmeye başladığı dönemdi. Doğum tarihim kesin olarak belli değildir ama babamın ve annemin birbirlerini kaçırarak evlendiği 1943 Martı'nı esas almak suretiyle, tahminen ne kadar sonra doğduğumu düşünürsek, 45 veya 46 yılı Temmuz başlarında olabilir.

* Dokuz kardeşin en büyüğüsünüz.

Canlı doğan ilk çocuğum. 15 doğum yapmış annem. Dokuz tanesi hayattadır. Sekiz tanesi lise mezunudur. Ailenin okumadaki başarısı benim iyi bir öğrenci olmamdandır, beni taklit etmişlerdir.

* Çocukken keçi çobanlığı yaptınız. İnatçılığı keçilerden mi öğrendiniz?

Benim inatçılığım yoktur, kararlılığım vardır. Hatta çok yumuşak yüzlü olduğum bilinir. O tarafım da her zaman istismar edilir.

ÇELİKLEME İLİM DIŞI
* İster inatçı, ister kararlı diyelim, kişiliğinizi doğanın zor koşulları pekiştirmiş...

Kişilik üzerindeki en önemli faktör annedir. Kararlı oluşta tabiatın yapısını inkar etmem. Kararlı olmak aciz olmaktan iyidir. Haklıyken, kararlılığınızı devam ettirmeniz gerekir. Kendi adıma cebimden veya itibarımdan kaybedeceklerimi göze alabilirim ama milletimin hizmetinde olduğum zaman milletim adına böyle bir fedakarlığı yapamam.

* Ama zaten sorun da neresi kendiniz, neresi milletiniz noktası. Neyse sizi nasıl çeliklediler?

Bizde çocuk doğduktan birkaç gün sonra onu bir akan soğuk suya birkaç defa batırıp çıkarırlar. Kış yaz farketmez. Böylece hemen koruma altına alınır. Bu yaşlardaki bir çelikleme hadisesinin kişinin hayatta kalabilme ya da güçlü yaşayabilme bakımından faydalı olabileceğine dair bir inanç vardır. Bu, Orta Asya'dan beri gelen bir konudur.

* "İyi ki çeliklenmişim" mi dediniz hayat boyu, yoksa "ya üşüttüysem o gün?" diye düşündüğünüz oldu mu?

Efendim ben bunu çok doğru ve yararlı da bulmam. Çünkü hastalık geçirme haline de sebebiyet verebilir. Sizi iyi koruyamaz, iyi bakamazlarsa o zaman hastalanabilirsiniz, zatürre olursunuz.

* Siz bunu bir övünç vesilesi olarak, bize bir şey olmaz, biz çeliklendik gibi söylediniz?

Şakavari bir şeyler demiş olabiliriz ama ciddi manada faydalı olacağına inanmam. Bu tür şeyler ilim dışıdır ama cemiyetlerde bir vakadır. Mesela yakma, damgalama da vardır.

EZİKLİK HİSSETMEM
* Sizi de yakıp damgaladılar mı?

Bizde yok o adet.

* Fakirlik içinde büyüdünüz. Kendinizi en çok hangi konuda ezik hissederdiniz?

Hiçbir konuda eziklik hissetmedim. Eziklik hissetmek kıskançlıktan kaynaklanır. İkincisi muhatabınız olan insanların davranış bozukluğundan kaynaklanır. Onların kusurlarından dolayı bir tavır almak her zaman doğru olmaz. Dolayısıyla terbiyeye, ilme, insanları sukünet içinde düşünmeye davet etmeyen hiçbir davranışı tasvip etmem.

Zengin arkadaşa 'para' takası ödev

* Ortaokula kadar nüfus cüzdanınız yoktu. Kendinizi kimliksiz hissettiniz mi?

Efendim tabii dağ köyünde, yolsuz yerlerde, orada burada geziyorsunuz. Okula gönderdiler. Bitirdik, dediler ki bunun nüfus kağıdı yok, diploma veremeyiz. Bir sene bekledim.

* O zaman da değirmencilik yaptınız...

Evet. Akrabalarımız göçer hayatı yaşıyordu ama biz artık köylüydük ve babam da bir evimizi ve bir tarlamızı satıp bir su değirmeni yapmıştı. Orada çalıştım bir yıl.

* Ne hayaller kurardınız değirmen dönerken?

Öğretmen olmak istiyordum. Bildiğim meslek öğretmenlikti. Bir de zaman zaman bize aşı yapan sıhhiye memuru gelir giderdi. Sıhhıyelik geçerdi aklımdan. Değirmene gelenlerle bizim köyün dışında neler oluyor, bunları takip etme imkanı buldum. O sıralarda Tarsus kaymakamı at ile yolculuk yapıyor. Bizim evimizde misafir oldu.

* Babanız muhtardı...

Evet. Kaymakam bana birkaç soru sordu. Doğru cevaplamışım. Dedi ki babama "Bu çocuğu okutmak lazım". Kaymakam orman mühendisi olur deyince beni okula yazdırdı. E tabii iyi bir öğrenciydim.

* Lise sıralarında zengin çocukların ev ödevlerini yapıp para kazanır, harçlığınızı çıkarırmışsınız. Bir ödevi kaça yapardınız?

Doğru yapardım ama öyle bir ücretle, saat başına şu kadar demezdim. Onlar ne verirlerse. Bazen çok para vermezler, bazen de hiç vermezlerdi. Zenginler, fakirler ve orta halli olanlar arasındaki farkı gözetlemeye çalışırdım. İktisat'tan sonra sosyolojiye bu kadar fazla temayül edişim bu meraktan.

* Simit de sattınız.

Tarsus'ta kolumda sandıkla simit satardım. Sabah namazından evvel kalkardım. Yirmi beş simit satmakla başladım. Yüz elli- iki yüze kadar çoğalttım. On kuruştu simit o zaman. Sekiz kuruş fırıncının, iki kuruş da benim olurdu. Harçlığımı çıkarırdım ve kardeşlerimin masraflarıyla beraber ailenin bütçesine katkıda bulunurdum.

'Burs'la bankerlik yapardım

Gençliğe Hitabe'yi aynanın üstüne astım. Her gün göreyim diye. Onu görmek insana bir kararlılık veriyor. Sonuçta bilip de başaramadığım iş yoktur

* Hayat hikayenizde Koç'tan burs almak da var, değil mi?

Evet. 100 lira bulamadığım için Teknik Üniversite'nin imtihanına giremedim. Bu arada İktisat ve Tıp fakültelerini kazandım. Doktor olmayı çok istiyordum. Ancak masraflı okul olması, devam mecburiyeti olması dolayısıyla burs aradım. Bulamadım. Babam Ticaret Odası Başkanına gitti. Babama, başka bir partiye kayıt olması ve köyden de 52 kişinin o partiye kayıt yaptırması şartıyla bana ayda yüz lira verebileceklerini söylediler.

Tabii bu, pederin çok zoruna gitti. "Biz şahsiyetimizi, inancımızı çocuğun fayda alacağı yüz lirayla değişmeyiz. Nasıl okursan oku kardeşim, benden bu kadar" dedi. Bu tabii bizi çok üzdü. İktisat Fakültesi'nde okumaya karar verdim. Derse gidip gelirken bir burs imtihanı ilan gördüm. İmtihana girdim. Birinci oldun dediler.

* Yıl kaç?

1963 ve bana ayda 250 lira, Koç topluluğunun ilk bursiyeri olarak verilmeye başladı. Parayı dekanımızdan alıyorduk. Ben çekinirdim, utanırdım.

* Bildiğim kadarıyla, aldığınız bu bursu kardeşlerinize de paylaştırıyordunuz.

150 lirasıyla ben geçinirdim. 50 lirasını kardeşlerime gönderirdim. Geriye kalan elli lirasını da arkadaşlarıma ziyafet çekerdim. Zaman zaman da onlara bankerlik yapar, borç verirdim.

* Demek aileyi korumacılık rolünü o zamandan üstlenmişsiniz.

Doğru.

'HASSAS' MÜŞAVİR
* Kardeşlerinize, damadınıza, kızınıza, bakanlığınızın bağlı kuruluşlarında iş vermenizin altında sizin 'babalık psikolojiniz' var galiba?

Belki yani onu düşünebilirsiniz. Ailenin büyüğü olarak daima benden sonrakilerin sorumluluğunu sırtımda taşıdım. Bu benim ailemle sınırlı kalmamıştır. Ama benim kardeşlerim zaten devlet memuru. Yani biri hariç hepsi devlet memuru.

Bir yerden başka bir yere aktarmadan ibarettir. Damadımı burada basın müşaviri olarak almam ise bu meslekte belirli bir disiplini yaşamış birisidir. Fevkalade mükemmel yabancı dili de vardır. Son derece edepli terbiyeli bir çocuktur. Bir de basın müşaviri, özel kalem müdürü gibi hizmetleri gören insanların sizin en güvendiğiniz insan olması gerekir. Başka bir yerde işe girmektense benim yanımda yetişsin. Çünkü hassas bir dönemdeyiz ve hassas bir bakanlıkta görev yapıyorum ben. Bu özel bir kadrodur. Bunu bir başkası için de yapabilirdim, yaptım. Daha sonra damadım için de yaptım.

* Yaptığınız ahlaki bir şey mi?

Neden? Yani bu neden yadırganır bilmem? Bulunduğu yerde haksız müfettiş tahkikatine uğramıştır. O zaman da ailenin büyüğü olarak ben tabii ilgilendim. Her bakanlıkta üç yüz, beş yüz kişi yer değiştirmiştir. Her bakanın yakınlarından da çeşitli kurumlara yakınlarının yatay geçişleri olmuştur. Neden onlara bunlar sorulmuyor da bana soruluyor? Bu eleştirilerin benim için hiçbir değeri yoktur. Çünkü maksatlı. Benim hukuk içerisinde eksiğimi bulsunlar farkında değilsem hemen düzeltirim.

SABAH 'HİTABESİ'
* Her sabah evden çıkmadan evvel Atatürk'ün gençliğe hitabesini okuyormuşsunuz. Hitabeyi nereye astınız? Kapı çıkışındaki aynanın kenarına mı?

Evet. Aynanın üstüne astım, her gün göreyim diye. Baştan aşağı da okumam. Çünkü ezbere bilirim. Ancak onu görmek insana bir kararlılık veriyor. Salonumda da Atatürk resmi var. Atatürk'ü bu kadar çok sürekli görmek, alışkanlık yaratarak ilgisizliğe dönmez mi diye zaman zaman düşünürüm ama ben onu kararlılığın, bir çelik iradenin sembolü görürüm.

* Allah bilir gençliğe hitabeyi yüksek sesle okuyup, eşinizden de sizi dinlemesini istiyorsunuzdur.

Yok, o tür talebevari veya delikanlılığın hevesleri içerisinde düşünmem. Ama Atatürk'ün yüksek vasıflarını, sözlerini özdeyişlerini biliyorum. Bunlar size çok daha başka sahalarda düşünme, orada yayılma imkanı veriyor.

nuriyeakman@hotmail.com

Nuriye AKMAN


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır