kapat
28.07.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

banner
Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

www.euronet-tr.com
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
ZÜLFÜ LİVANELİ(livaneli@sabah.com.tr )

"Hasta adam" ın geçmeyen ağrıları

Bizler Osmanlı'yız. Hiç kendimizi kandırmayalım: Rejimimiz değişti diye bir gecede, bu ülkedeki insanlar uzaya gidip de yerine yenileri gelmedi.

Osmanlı bütün alışkanlıkları, adetleri, kurumları ve kurallarıyla içimizde yaşamaya devam etti.

Çünkü dedelerimiz Osmanlı'ydı.

Bir insan dedesinden, nenesinden ne kadar ayrı düşebilir ki?

Sovyet devrimi Ruslar'ı Rus, Çin devrimi Çinliler'i Çinli olmaktan çıkaramadığı gibi, Cumhuriyet de bizi Osmanlı olmaktan çıkarmadı.

Bunun iyi ve kötü yönleri var elbette.

Ne yazık ki belleğimiz, Osmanlı'nın yüzyıllar önceki şan ve şeref dolu yükselme yıllarıyla değil, gerileme döneminin anıları ile dolu.

Devraldığımız miras içinde -daha yakın olduğu için- "çürüme" olgusu devam edip gitmekte.

Ahlaki, siyasi ve ekonomik krizimizin altında, yüzyıllarca süren "gerileme dönemi" yatıyor.

Okul kitaplarında kısaca "gerileme dönemi" dediğimiz şey; rüşvettir, yolsuzluktur, negatif seleksiyondur, devlet hazinesinin Galata bankerlerinden ve Batı'dan para dilenmesidir, ahlaki çöküntüdür, yönetim kadrolarının yetersizliğidir.

16. yüzyıl başlarının muhteşem imparatorluğunu dize getiren de budur işte.

Ama Osmanlı öylesine güçlü bir devlettir ki, çöküşü bile yüzyıllar almıştır. Toplumsal hafızamız, bu çöküş yüzyıllarının etkisi altındadır.

Kuşaklar boyu süren çürüme, içten içe işleyen bir iltihap gibi kanımızı zehirlemiştir ve şimdi de devam etmektedir. Kısacası "hasta adam" iyileşememiştir.

***
Osmanlı'nın çöküş dönemini en iyi bilenlerden birisi olan Mustafa Kemal Paşa, bu işe bir çözüm bulmak için Büyük İskender'in Gordiyon düğümü metodunu benimsedi.

Düğümü çözmek yerine onu bir kılıç darbesiyle kesip attı.

Anadolu'nun kalbinde yepyeni bir devlet kurarak, Osmanlı mirasını reddetmek ve taze bir başlangıç yapmak istedi. Niyeti İstanbul'un yozluğundan, rüşvetten, yolsuzluktan, cehaletten, tarikatlardan arınmış, pırıl pırıl bir nehir gibi akan yeni Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturmaktı.

İlk yıllarda bunu başardı da!

Cumhuriyetin ilk kuşaklarının heyecanı, temizliği, safiyeti buradan kaynaklanır.

Benim kuşağımın çocukluğunda gördüğü temiz ülkenin nedeni, bu taze başlangıçtır.

Ama zaman içinde eski binanın kurtçukları, yeni yapıyı da kemirmeye başladı.

Osmanlı'nın çöküş yüzyıllarına damgasını vuran bütün hastalıklar "nüksetti."

İstanbul, yine İstanbul'luğunu yapmaya başladı.

Ve sonunda biz de dünya uluslar ailesinde, "hasta delikanlı" olarak yerimizi aldık.

Paramız pula döndü, yabancı heyetler emir yağdırır oldular, 1856 devalüasyonu gibi ekonomik darbeler halkın belini bükmeye başladı.

Çöküş döneminin bütün pislikleri hortladı.

Galata bankerleri yerine, Türk aileler devlete yüksek faizle borç verir oldular. Kredi notumuz Uganda seviyesine geriledi.

1821 isyanıyla Osmanlı'dan kopan Yunanistan, Avrupa Birliği'ndeki koruyucumuz rolüne soyundu.

Ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni kuşakları Mustafa Kemal Paşa'nın umutlu rüyasını, bir karabasana dönüştürdüler.

Bu durumda ne yapılması gerekiyor? İzninizle konuya yarın devam edelim.


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır