kapat
14.07.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

www.euronet-tr.com
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
ŞELALE KADAK(skadak@sabah.com.tr )

Değişim engellenemez

Değişimin karşısında durulabilir mi? Eczacıbaşı Holding Başkanı Bülent Eczacıbaşı'na göre bu sorunun cevabı "Hayır". Yeni Türkiye'ye dönüşüm başladı. Kuşkusuz sıkıntılarımız olacak, oluyor da. Ancak bu dönemi az sıkıntı ile atlatmak tamamen bize bağlı...

Dönüşümün önündeki en büyük engellerden birini oy avcılığı olarak açıklayan Eczacıbaşı,"Ancak bu, ülkede yaşayan insanların daha varlıklı ve daha özgür bir yaşam özlemine yenik düşecek" dedi

* Yeni Türkiye nasıl şekilleniyor?

Yeni Türkiye'yi, bu ülkede yaşayan insanların daha varlıklı ve daha özgür bir yaşam özlemi ile dünyadaki ekonomik ve politik bütünleşme eğilimi, birlikte şekillendiriyor. Bu eğilimlerin sonucunda Türkiye, herhalde dünyaya açık, yurttaşlarına refah ve özgürlük sağlayan bir ülke olacak. Aslında bu eğilimler, tüm dünya için geçerli. İran'da yapılan seçimlerde de özgürlük yanlılarının kazandığı zafer, bu konudaki son örnek sayılabilir. Bu dönüşümün boşu boşuna zorlamalarla karşılaşmadan, mümkün olduğu kadar az sıkıntı ile gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise bize bağlı. Bugün bu zorunlu dönüşüme iyi niyetle karşı çıkanlar da var. Onlar, yeni Türkiye'de kendilerine yer olmadığını, refahlarının azalacağını düşünerek direniyor. Oysa, direnenleri aşarak ilerleyen dönüşümü engellemek mümkün değil. Ancak, gelişime açık yeni yapı ve artan olanaklar sayesinde, refahın yeniden artmaya başlaması uzun zaman almayacak. Bu artıştan onlar da yararlanacaklar.

*Hangi kavramlar, değerler ön plana çıkıyor; hangileri gözden düşüyor?

Bugünün temel eğilimleri, birey hak ve özgürlükleri, rekabet, kalite özlemi ve "sürdürülebilir büyüme"dir.

KALİTE TALABİ
Çevremize bakınca, öncelikle, birey olmanın ve birey haklarıyla ilgili değerlerin önem kazandığını görüyoruz. Artık basında cinsel tercihler değil, bunlar hakkında yapılan haberlerin birey haklarına zarar verip vermediği tartışılıyor. İnsanlar her konuda, toplum baskısı ile karşılaşmadan, bireysel tercihlerine göre davranabilmek istiyor. Tüm toplum kesimleri, mütevazı koşullara da sahip olsalar, tüketimden eğitime kadar her konuda "dünya kalitesi"nde mal ve hizmet satın almak istiyor.

Gençler bu konuda da başı çekiyor. Kamu otoritesinden "dünya kalitesi"nde muamele görmek ve siyasal yaşamda saydamlık istiyor. Her politik eğilimden geniş topluluklar, dünyanın üretim maksadıyla tüketilmesine karşı çıkıyor.

Öte yandan, bütünleşen dünyada rekabet derinleşiyor ama işbirlikleri de artıyor. Kamu yönetiminde etkinlik sağlayamadıkları için dünya entegrasyonunun dışında kalan ülkelerin oluşturduğu "kara delik"ler bir bir kapanıyor. Bu nedenle, uluslararası zıtlaşmaların azalacağı bugünden anlaşılıyor. Dolayısıyla barış da öne çıkan kavramlar arasında yer alıyor.

*Kamu yönetimi, sizce değişimi algılayabiliyor mu?

Bu eğilimleri görüp anlamamak mümkün değil. Siyaset adamlarımızın ve bürokratlarımızın çok büyük çoğunluğu bunların farkında ama bazıları, dönüşümden çekinen kesimlerin oylarını almak istedikleri için, değişimden yana bir tutumu benimsemiyor. Ancak, bugün dönüşümün önündeki en büyük engellerden biri olan oy avcılığı, bu ülkede yaşayan insanların daha varlıklı ve daha özgür bir yaşam özlemi karşısında yenik düşecektir.

*İşadamı-siyasetçi ilişkisinin değişeceğini düşünüyor musunuz?

Türkiye'de işadamı-siyasetci ilişkisinin, gelişmiş ülkelerdeki ölçülere oturmasının çok uzak olmadığını düşünüyorum. Uzun süredir varoldukları anlaşılan fakat son yıllarda gözler önüne serilen kötü örneklerin temelinde, siyaseti bir rant dağıtma mekanizması olarak kabul eden sistem yatıyor. Bu sistemin daha fazla sürmesi mümkün değil. Çünkü dağıtılabilecek kamu kaynağı kalmadı. Uluslararası kurumlar da alınan borçların çarçur edilmemesini ciddi olarak talep etti.

*Şirketlerin yapısında, kültürlerinde de bir değişim oluyor mu?

Şirketlerin yapısı, iş yaşamının kısa vadeli gereklerine göre değişebiliyor. Kültürün değişmesi ise iş yaşamına yön veren temel eğilimlerin uzun vadeli etkisine bağlı. Bugün kuruluşlarımızdaki kültür değişikliğini, küreselleşme süreci belirliyor. Kim dışında kalabileceğimizi sanırsa sansın, Türkiye de bütünleşen dünya pazarları içinde yer alıyor ve Türk kuruluşları hem iç hem dış pazarlarda tüm dünya kuruluşları ile rekabet içinde. Dünya pazarlarına açılmış büyük kuruluşlarımızı bir yana bırakalım; Eminönü'nde huni üreten tenekeci, ICI plastiği ile Milano'da huni üreten fabrikayla Zonguldak pazarında rekabette bulunuyor. Doğal olarak, rekabetçi bir anlayış, bilgi ve becerilerine güvenen bir yaklaşım, kamu tarafından kayırılmayı değil kimsenin kayırılmamasını isteyen tutum, kurumların kültürüne yerleşiyor. Bu süreci durdurmak kolay değil.

'ABD tezgahı' saçmalık
*Beş yıl sonra nasıl bir Türkiye görüyorsunuz?

Bugün artık, küreselleşmenin bir "Amerikan tezgâhı (!)" olup olmadığı, bizi "dışarıdan" yönetip yönetmedikleri tartışmalarına son verip, aynaya bakmalıyız. Küreselleşmeyi Amerikan tezgâhı sanmak, depremin "günahkar kulları cezalandırmak için gönderildiğini(!)" savunmak kadar anlamsız. Küreselleşme yerçekimi gibi bir gerçek. O nedenle aynadaki görüntümüzün, bu gerçeğe uyup uymadığına karar vermeliyiz.

Bir dönüşümü gerçekleştirmek zorunda mıyız, değil miyiz sorusunun cevabını bulmalıyız. Bunu başarabilirsek, bizi, bugünkünden çok daha iyi durumda olan bir Türkiye bekliyor. Beş yıl sonra, küreselleşme içinde yer almanın tüm gereklerini yerine getirmiş olamasak bile, bu konudaki direncin azaldığını göreceğiz.

Umut olduğu için patlamıyor
* Son iki krizle milyona yakın yeni istihdam kaybı yaşandığı belirtiliyor. Bu durum ve çalışan kesimde reel gelirlerde hızlı düşüş gözönüne alındığında, bir sosyal patlama yaşanma tehlikesi görüyor musunuz? Siz çalışanlarınız için ne yapıyorsunuz?

Ciddi bir istihdam kaybı ve yoksullaşma döneminden geçtiğimiz kuşkusuz; ancak, krizin etkisini hafifletici önlemler alındı; umut veren reformlara hızla girişildi. İçinde bulunduğumuz ortam, bir umutsuzluk ortamı değil; o nedenle ve ayrıca kitle örgütlerinin sağduyulu tutumlarını da bilerek, bir "patlama" olmayacağını söyleyebiliyoruz. Ancak, politikacılarımız da, çok hassas bir ortamın içinde bulunduğumuzu unutmamalı.

Kriz dönemleri, tüm toplum kesimlerinin özverisini gerektiriyor. İşadamlarımız da bu sorumluluğu taşıyor. Nitekim, sorumlu davranan diğer kuruluşlarımız gibi Eczacıbaşı Topluluğu'nda da, kriz nedeniyle işten çıkarılan kimse olmadı.

Kaybedeceklerdeğişime karşı
*Değişimin önündeki engel nedir?

Değişimi en çok, toplumsal dönüşümden zarar göreceğini sananların direnişi engelliyor. Oysa, eğer büyük çoğunluk için olumlu sonuçlar getirmeyecekse zaten bu değişimin gerçekleşmesi mümkün değil. Kuşkusuz, çalışmak ve verimli olmak yerine haksız kazanç sağlamayı sürdürmek isteyen bazıları zarar görecek; ancak, çalışıp kazanan büyük çoğunluk yarar sağlayacak.

*İçinde yer aldığınız sivil toplum örgütlerinin yeni Türkiye'nin oluşumunda nasıl bir rol oynayacağını düsünüyorsunuz?

Sivil toplum örgütleri, kamu yönetimini belirli noktalarda toplum yararına tutumlara zorluyor, belirli noktalarda da onun eksiklerini gideriyor. Bu örgütler, Türkiye'nin dönüşüm sürecinde önemli bir rol oynuyor. Sivil toplum kuruluşlarının işlevlerini yerine getirmelerini güçleştiren mevzuat ve uygulamalar kalksa, bu rolün daha da etkili olması mümkün.

Yarın: Muharrem Kayhan
*Devletin rolü, kullabileceği kaynakların durumu, vatandaşlarına vaatten mi yoksa çözümden mi bahsettiği önem kazanacak.

*Aniden ellerinden imkânları alıyorsunuz. Bu imkânları alınca, daha iyi olacağını söylüyorsunuz. Buna bürokrasinin, devletin bir direnci olacak.

*Malesef kendi kendimizi tekrar ediyoruz. Başımıza illa bir kriz mi gelmesi lazım doğruları yapmak için?


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır