kapat
28.06.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi


Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Finansbank

 
HAŞMET BABAOĞLU(hbabaoglu@sabah.com.tr )

Çetin Altan'a saygıyla

İlkokul son sınıftaydım, sanırım... Belki de yanılıyorum. Ama annemin kitaplığından Dostoyevski'nin "Budala"sını kaçırıp, gece boyunca okuyup, sabah çaktırmadan yerine koyduğum yıllardı, bundan eminim...

(Çocuklara göre olmadığını söylerlerdi ve ben de işe bakın ki, tam bana göre bulurdum. Natalya Filipovna'ya vurulmuştum!)

Cep harçlığımla Kadıköy Gençlik Kitabevi'nden Varlık Yayınları'nın ucuz kitaplarını alıp günlerimi odamdan çıkmadan geçirdiğim yıllar...

Bir gün ailecek Mühürdar sahil yolunda yürüyorduk.

Karşıdan simsiyah, gösterişli bir Amerikan yaklaştı.

Üzerine dönemin muhafazakâr partilerinden birinin afişleri yapıştırılmıştı.

Arka koltuklarda bilekleri altın bileziklerle dolu, tombul ve çıplak kolları göz alıcı, gerdanları şişkin ve yüzleri çok makyajlı kadınlar oturuyordu.

Tam yanımızdan geçerken araba yavaşladı ve kadınlar üzerimize doğru yığınla propaganda broşürü fırlattılar.

Aralarında siyah-beyaz bir fotoğrafın bulunduğu kâğıt dikkatimi çekti; eğilip yerden aldım.

Kravatı biraz kaymış, takım elbiseli bir adam, şık bir kadına sarılmış dansediyordu ve bir elinde içki bardağı tutuyordu.

Kâğıdın üzerinde "Sosyalistim diyen bu adamı iyi tanıyın" gibisinden laflar vardı.

Dönüp arabaya baktığımı çok iyi hatırlıyorum. Arka koltuktaki kadınların ışıltılı fakat küstah kahkahaları ortalığı çınlatıyordu!

Neye itiraz ediyorlardı? Dertleri neydi bu insanların?

Çocuk kafamla bile anlamıştım ki; dans etmeye, hatta göbek atmaya ve sosyal flörtlere bayıldığı kesin olan bu kadınların fotoğraftaki adamla derdi başkaydı! (Sahte siyaset ve "devletten otlanmacılık" yarışının herşeyi çorbaya çevirdiğini; insanları herşeyden önce kendi kendilerine karşı yalancı kıldığını anlamam ise yıllar, yıllar alacaktı.)

Anneme sordum. "Kim bu adam?"

"Çetin Altan. Yazar ve milletvekili adayı!"

O gün tanıdım Çetin Altan'ı...

Onun fotoğraftaki buruk ve esrik "hayat arayışı"ndan etkilenmiştim. (Ucuz "çilecilik"lere pabuç bırakmadığını ise yetişkinliğimde kavradım.)

O günden sonra da "Yazar" tanımına daha çok takıldım.

Çetin Altan... Yazar...

***
Çok zaman geçti, gün geldi; Sabah'ta köşe yazmaya başladım.

Ki... Her şeyden önce benim için buradaki esaslı kıvanç kaynağı, Çetin Altan'la aynı gazetede yazıyor olmaktır.

Geçen gün öğrendim ki, 75 yaşına basmış Çetin Altan.

Nice yaşlara üstad...

***
Geçenlerde bir okur mektubu aldım. 17 yaşında bir gençten. Üniversiteye hazırlanırken boş vakitlerini çok dikkatli biçimde gazete okumaya ayırdığını anlatıyordu. Ve ekliyordu: "En sevdiğim, beğendiğim yazar Çetin Altan!"

Hani bunaltıcı ikindi sıcaklarında birden denizden içerilere doğru esen bir meltem ferahlatır, ortalığa hafif şekerli bir limonata tadı katar ya, işte öyle bir rüzgâr esti içimde...

Demek ki, bu gencecik adam; ülkemizde okumuş yazmış, hatta kartvizitine "öğretim üyesi" bile yazdırmış ama kavramsal düşünceden nasibini almamışlardan olmayacaktı!..

"Önemli" ile "Değerli"nin arasındaki farkı öğrenecekti demek ki... Bizim önemli adamlar karşısında ceket ilikleye ilikleye değerli insanların değerini bilemez hale gelişimizin altında yatan nedenler kafasını kurcalayacaktı demek ki...

Demek ki, bu gencecik adam da, İstanbul'daki bir mahalleyle Bitlis arasındaki uçurum var olduğu sürece ülkenin gelişmiş olduğu masallarına kanmayacak; daha fazlasını, daha iyisini ve doğrusunu isteyecekti...

Demek ki, hem kendine hem de çevresine bakarken dar düşünmeyecek, zaman zaman aklından yalnız yeryüzünü değil, bütün bir evreni geçirecek kadar dünyasını genişletecekti...

İçim aydınlandı.

Oturdum, bu yazıyı yazdım.

ALTYAZI
(Ellen'la Newland arasındaki aşk, çevrelerinde hoş karşılanmaz. Yeni filizlenmekte olan Amerikan aristokrasisi, Avrupa'dan gelen dul Ellen'a sırtını dönmüştür! Ellen sevgilisine aşklarını gizlemeyi veya bitirmeyi teklif eder.)

Newland: Bana önce gerçek dünyanın kapılarını açtın; şimdi sahte bir hayat sürdürmeyi öneriyorsun. İnsan buna nasıl katlanır?

Ellen: Ben hep katlanıyorum.

(Martin Scorsese'nin 1993 yapımı gözlerden kaçmış başyapıtı The Age Of Innocence'den)

www.sigortam.net


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır