kapat
10.06.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Garildi
 

Farklılığı 'için' bir adım önde


Gazeteci Ayşe Önal'ın İsviçre'de geçirdiği bir tren kazasında sol kolu ve bacağını kaybeden kızı Şafak Pavey, şimdi 'özrü'nün hayatını kolaylaştırdığı Londra'da yaşasa da İsviçre'ye göbekten bağlı
Üç yıldır Türkiye'den uzaktasın. Geçirdiğin çetin deneyim seni nasıl yoğurdu, neler yapıyorsun Londra'da?

24 Mayıs, geçirdiğim kazanın 5. yıldönümüydü. İnanın, hayatımda başka bir dönem başlatan bu kazayı kafamdan bile geçirmiyordum.

Yaşadıklarını unutuşun koynuna mı bıraktın?

Hayır. Ben 'unutma'nın Tanrı'nın bize verdiği bir hediye olduğunu düşünmem. Bence insan ancak kişisel tarihinde yaşadığı hiçbir anı unutmazsa, kendine dair ne var ne yoksa, bütün bunlara "rağmen" ya da "sayesinde" yol almaya devam edebilirse, o çok aradığı hayatının anlamına, 'kendisine' biraz daha yaklaşabiliyor.

DEZAVANTAJ DEĞİL
Kazanın hemen ardından eşinle yaşadığın Zürih'ten, tek olarak ailenle yaşamak üzere İstanbul'a yerleştin. Bilgi Üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümüne başladın. Radyo ve TV programları yaptın. Sonra yok oldun...

98 baharında bacağımda çeşitli komplikasyonlar çıktı, bir dizi ameliyattan sonra tıbbi nedenlerle İngiltere'ye yerleştim. Bu arada üniversitedeki kredilerimi Westminster Üniversitesi'ne aktardım. Uluslararası İlişkiler'e, AB politikalarını da ekledim. 2000 Haziran'ında bu iki bölümden mezun oldum. Din ve modernizm, savaş ve barış çözümlemeleri, Balkanlar'daki dezentegrasyon, AB'nin entegrasyonu, Hatemi dönemi İran'ında değişim gibi alanlarda çalıştım.

İngiltere sana kendinle ilgili neler öğretti?

Buradaki sistem tarafından 'toplumun en korunmasız azınlık grubu' içinde değerlendirildiğimi öğrendim. Tüm farklılığıma 'rağmen' değil, tüm farklılığım 'için', çoğunluktan bir adım önde tutuldum. Oysa özürlü, bekar, kadın, Türk ve Müslüman oluşumun bana toplum içinde dezavantaj yaratacağını, hayatımı zorlaştıracağını düşünürdüm.

Sesindeki "şakıma" tonunda değişiklik olmadığından belli tam tersi olduğu...

Evimin önünde bana en kolay olacak park yerimin ayarlanmasından tutun, kendi kültürümden kopmamam için beni Türk ya da Müslüman temalı her türlü etkinlikten haberdar etmeye kadar varan hizmetlerle, sistem hayatımı kolaylaştıracak her türlü detayı benden önce düşünmüş. Her açıdan korunaklı hissediyorum kendimi.

Özürlü olmasaydın yine aynı ayrıcalıklara sahip olur muydun?

Yine olurdum. Sekiz yıldır burada yaşayan, 40'lı yaşlarda, eğitimli bir Türk kadın arkadaşımız var. Türklerin yoğun olduğu bir bölgenin belediyesinde çalışıyor. Dört sene önce eşinden ayrılmış. Bu durumda arkadaşımız, Ev Kurumu'nun 'yalnız kadın, yaslı ve özürlü' statüsündeki vatandaşlar için sağladığı kiraları normal rayicin onda biri kadar olan evlerinden birine başvuruyor. 'Yalnız kadın' statüsüne 'etnik ve dini azınlık' yani 'Türk ve Müslüman' kimliğini de ekleyince, belediye kendisinin başvurusunu 'en acil ve en muhtaç' kategorisinde değerlendirdi. Arkadaşımız, merkezde oldukça şık bir semte yerleştirildi.

Sistem dediğin böyle olur...
Hikaye burada da bitmiyor. Yeni evindeki alt komşusu da 'yalnız kadın' statüsüyle yerleşmiş bir İngiliz'di ve yirmi senedir o evde yaşıyordu. Bir süre sonra çoğunluk sınıfında kabul edilen, bu 'beyaz, Hıristiyan ve İngiliz' bayan bizim arkadaşımıza ırkçı ve ayrımcı söz tacizlerinde bulunmaya başladı. Arkadaşımız komşusunu Ev Kurumu'na şikayet etti, bu bayan hem evinden çıkarıldı hem de kurum arkadaşımıza yaşadığı duygusal rahatsızlık için tazminat ödedi. Bu örnek bir sistemin içinde 'öteki'nin de 'bizim' kadar eşit yaşama haklarına sahip olması ilkesinin hiçbir ayrım gözetmeden kurum güvencesine alındığını gösteriyor.

Belki Türkiye'ye artık dönmek istemezsin...
Hayır. Kesinlikle Türkiye'de yaşamak istiyorum. Bu sistem sizi ne kadar düşünürse düşünsün hayat, güvenceyle yaşanmaz. İngiltere'de insan ilişkileri çok mesafeli. Bizdeki gibi her ihtiyacınız olduğunda yanınızda biri olmuyor. Burada gerçek anlamda 'yalnızlık' duygusuyla tanıştım. İngiltere'de insanların birbirine duyduğu duygusal, ahlaki ya da sosyal sorumluluklar ve yakınlıklar size kurumsal alanda sağlanmış ama mesela, bir annenin çocuğunu birkaç saatliğine bile olsa müsait olan komşusuna bırakması burada çok doğal karşılanmıyor.

Üniversitede uzmanlık alanını belirlemende İngiltere'de yaşayarak öğrendiğin çok kültürlülük kavramının payı büyük olsa gerek...

Evet, bu yüzden 'azınlık' kavramı üzerine çalışmaya karar verdim. Geçtiğimiz Eylül'de London School of Economics'te 'çok kültürlülük'ün karşısında duran 'Milliyetçilik ve Etnik Kökenler' üzerine üst-lisans yapmaya başladım. Bu sene okulumun İngiliz Parlamento'sunda staj programı kapsamında, semi-parlamenter bir baskı grubuyla, yaklaşan seçimler için kampanya çalışması yapma fırsatı buldum. Bu grubun adı 'Siyah Oy Harekatı' ve kuruluş nedenleri seçimlerde, siyasi aday olmak isteyen etnik, dini ya da ırki azınlıklara ait kişilerin seçim kampanyalarını desteklemek.

HOŞGÖRÜ ÇAĞRISI
Dolayısıyla siyasi sistemi de mümkün olduğunca her ırktan, her etnik kökenden insanın temsil edilebileceği çok kültürlü bir oluşum yapmayı amaçlıyorlar.

Evet. Bu grubun çok kültürlülüğe ters düşen bir gelişme gözlendiğinde parlamenterler üzerinde yasal baskı kurabilme hakkı var. Sonuç olarak ben özünde Mevlana'nın da hoşgörü çağrısında dillendirdiği 'benden farklı olanı anlama ve kucaklama' felsefesi yatan 'çok-kültürlü yaşam ve azınlıklar' üzerine uzmanlaşmaya karar verdim. Şimdi doktoraya başvuruyorum, azınlıklar üzerindeki çalışmalarımı ilerleteceğim. Toplumlar arası barışın gelişmesine destek çıkan sivil aktivitelerde yer almak istiyorum. Kendimizi ya da ötekini ne kadar soyutlarsak soyutlayalım, sonuç olarak bu dünyada birlikte yaşayacağımız gerçeğini değiştiremeyiz. Tüm farklılıklarımıza 'rağmen' birlikte yaşamayı öğrenmemiz lazım.

Türkiye'ye gölge kabine gerek

Türkiye için ne yapmayı düşünüyorsun?

Sivil destek grubu olarak arka çıktığımız Van gölünün ortasındaki bin yüz senelik Akdamar Kilisesi'nin restorasyon projesi var. Bu Ermeni kilisesinin restorasyonu, iki toplumun ruhlarının restorasyonu. Bir diğer proje de Türkiye'de tamamen genç beyinlerden oluşan bir gölge kabine kurmak. Türkiye siyasetinin gönüllü girişime ihtiyacı var.

Aşk var mı yaşamında?

Aşkın mahremiyetine inanıyorum ve kamuya özel hayatın deşifre olması fikrine katılmıyorum. Hayatımda biri evet var. Kendisi bir İsviçre İtalyanı ve Cenevre'de yaşıyor. Farklı hayat tarzlarında yaşayan iki insanın küçük bir 'çok-kültürlü yaşam' örneği bu. Kaza da İsviçre'ye giderken olmuştu. Böyle de bir göbek bağı oldu İsviçre'yle.

Ve aşk seni iyice olgunlaştırdı...

Yoksa daha da mı çocuklaştırıyor? Gerçek aşkların içinde huzursuzluk vardır. Huzur kendinizle yaşadığınız bir şey. Başka bir ilişkide huzuru yaşamak çok zor. Bence aşk, yasak elma.

Nuriye Akman

www.sigortam.net

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır