TOBB hükümeti istifaya çağıran bildirisinde şunları söylüyordu: "TBMM'de milletvekilleri, siyasi partiler yasası ve seçim kanunlarını değiştirerek devletin yeniden yapılanmasına, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına" zemin hazırlayabilir. "Üretim istihdam ve ihracatı hızlandıracak yasal düzenlemeleri" gerçekleştirebilir ve "kısa bir sürede seçime gidecek yeni bir oluşum" sağlayabilir.
Bu sözlerde ilginç olan TOBB'un "siyasi partiler"den hemen hiç söz etmemesi, sadece milletvekillerini hedef alması ve aynı milletvekillerini kendi partileri dışında "yeni bir oluşum" kurmaya, yani zımni bir isyana davet etmesidir. TOBB'un yaptığı çıkışın, düzenlediği mitinglerin ve gerçekleştirdiği görüşmelerin kıvrak noktasını bu gizli politikası oluşturmaktadır.
Bu politika bazı doğru dürüst TOBB üyelerine rağmen "siyasetsiz parti siyaseti"nden "partisiz siyaset"e geçişe, "demokrasinin demokrasi adına biraz daha örselenmesi"ne ilişkin tehlikeli bir projedir. Doğru yöntemlere oturmayan her değişim girişiminde olduğu gibi, gerekli bir düzenlemeyi; yani lider sultasını kıracak siyasi partiler kanunu düzenlemesini, tepeden inmeci bir şekilde yapmak, en önemlisi bununla tasfiye amacı gütmek; içinde bulunduğumuz "depolitizasyon, militarizasyon ve topyekün bunalım" koşullarında ağır bir gaflettir. Bu gaflet TBMM'yi bağımsızlık görüntüsü altında bağımlı bir parametre haline çevirir, çeşitli çevrelere bağlı milletvekilleri düzeni yaratır ve krizi içinden çıkılmaz hale getirir.
Ne yazık ki, bu ülkede cebri siyaset mühendisliği oyunları bir türlü rafa kalkmıyor...
TOBB bildirisinde ülkenin yaşadığı ağır krizi, üretim, ihracat ve istihdam konularındaki yasal eksiklere bağlayan "zırvalık" ile bu tür sorunların salt hükümeti ve siyaseti itham etmek adına bir çırpıda çözülebileceğini iddia etme "saçmalığı" başka türlü açıklanamaz.
Ülke kamuoyunun kendisini bir an önce bu reçetelerin etkisinden kurtarmasında büyük yarar vardır. İlk önce tespitleri doğru yapmak gerek.
Bugünkü hükümet, krizi azdırmaktan ve yönetmemekten sorumludur. Krizin asıl sorumlusu sistem yapılanmasıdır, o sistemden nemalanan büyük, küçük herkestir.
Bugünkü kriz 70 yıllık bir "büyüme stratejisinin diyeti" olarak karşımızda. Başka bir deyişle iktidar kavgalarına sıkıştırılamayacak denli köklü. Birkaç yasal düzenleme önerisiyle geçiştirilemeyecek kadar büyük.
Türkiye'nin bugün yaşadığı kriz kelimenin tam anlamıyla kaçınılmaz bir "küçülme krizi"dir. Devletin bütçe ve kamu açıklarını finanse etmek için para basmaktan vazgeçip iç borçlanma yoluna gitmesinden, yani 1989 yılından bu yana bu ülke, kendi üretmediği parayla yaşamaktadır. Bu dönemde devlet, "borçlanmada sadece iç tasarruflarla yetinmemiş, dış tasarruflara" da yönelmiştir. Devlet piyasaya yüksek faizli kağıtlar sürünce bankalar dış piyasalardan daha düşük faizli döviz borçlanmış, bununla devleten kağıt almış, devlet bu parayı maaş, teşvik, kredi, yatırım olarak usulünce ya da keyfi kaynak transferleri üzerinden usülsüzce piyasaya akıtmıştır. Bir yandan ülkenin ana ekonomik faaliyeti üretimden ranta dönmüş, bir finans sistemi ucubesi doğmuş; öte yandan "çaycıdan öğretim üyesine, büyük firmalardan esnafa, köylüden memura" kadar herkes bu paradan nemalanmıştır.
Bugün bu imkân bitmiştir. Krizin ilk nedeni budur. Ancak sorun sadece bundan değil, yabancı paranın düzenli olarak tekrar geldiği yere dönmesinden, bankacılık sisteminin altüst olmasından, kamu borçlarının ortada kalmasından ve bu üçlünün makro dengeleri altüst edip piyasaları kurutmasından kaynaklanıyor. Yıllarca 300-400 milyar dolarla yaşamış olan ülkenin, ilk aşamada kendi gayri safi milli hasılasına, 200 milyara dolara mahkum olması yanında, bu miktarın şimdi, devalüasyon sonrası 80 milyar dolara düştüğünü dikkate alırsanız, yaşadığımız krizin çapını görürsünüz... Kısacası sorun tüm ülkenindir. Peki çözüm? Çözümde "siyaset"in ve "toplum"un önemi ne? Yarına...