kapat
13.04.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner

Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Medyasoft
 
HAŞMET BABAOĞLU(hbabaoglu@sabah.com.tr )

Sessizlik bitti!

Hatırlar mısınız? "Kuzuların Sessizliği"ndeki şu sahneyi hatırlar mısınız? (Ah, şu diyalog takıntım yok mu!)

FBI'ın özel ajanı Clarice Starling bir geceyarısı, daha önce içeri sokulmasına izin verilmeyen Dr. Lecter'in çizimlerini de yanına alarak cezaevine, onu görmeye gider.

Dr. Lecter "Ne kadar düşüncelisiniz!" der, "yoksa şefiniz mi gönderdi sizi?"

Ajan Starling'in sesi kısık ama kararlıdır: "Hayır, gelmeyi ben istedim!"

Dr. Lecter'in yanıtı çarpıcıdır: "İnsanlar birbirimize aşık olduğumuzu düşünecek."

***
Dünyanın her yerinde "Sessizlik sona erdi" sloganlarıyla gösterime giren "Hannibal"i izledim geçen gün. Yani "Kuzuların Sessizliği"nin yedi yıl sonra gelen devamını...

O eşsiz "katı"lığı; solmuş bir yüreği saklayan ışıltılı gözleriyle Jodie Foster yoktu.

Onun yerine "metalik sarı" bir renge büründürülmüş erotik Julianne Moore vardı.

Anthony Hopkins daha önce karanlıktı... "Kuzuların Sessizliği"nde düşündürüyordu.

Bu kez neredeyse vampir cilası çekilmişti, parlaktı Hopkins. Düşündürmüyor, seyrettiriyordu...

Ama "Hannibal"in bir yanı, yukarıda sözünü ettiğim "Kuzuların Sessizliği"ndeki o sözlerin yanıtıydı.

Dr. Lecter'le Starling arasında bir ilişki vardı.

Boğucu bir tutku ve umarsız bir aşk gibi...

Paranoyak bir takip ve sürekli özlemden daha sıkı ve sıkıcı bir tanımı olabilir miydi aşkın?

Suç ve ceza olmadan tutku olabilir miydi?

Şefi Ajan Starling'e "Nereye gidersen git, onun peşinden geleceğini hiç düşünüyor musun?" diye sorduğunda Starling çok açık yanıtlamıştı: "Evet! Her gün en azından yarım dakika... Hep benimle o, kötü alışkanlık gibi, yakamı bırakmıyor."

Öykü böyle de, filmde her şey yarım kalmış... Gerilim bile!

***
Hep aklımı kurcalamıştır.

Biliriz, gizliden gizliye... Sevmek beslenmektir, sevişmek yemek...

Ama "Yamyamlığın" lafı bile ürkütür yine de. Neden?

Yamyamlık yenilenle yiyenin ilişkisini koparır çünkü.

Modern antropoloji, yamyamların yediklerini insan saymadıklarını; bu yüzden sanılanın aksine kendi türlerinden birini yemediklerini, tersine bizim başka kabile dediğimizin, yamyamlar için başka bir "yaratık" olduğunu göstermiştir... Yani yamyam "insan" yemez; bizim hayvanları yediğimiz gibi yer ve kurban eder bir başka insanı...

Belki en derinde bizi ürküten budur...

Yamyamlık insanı insan olmaktan çıkarır. Her türden soykırım şiddeti bu anlamda yamyamlıktır...

Yamyam aslında yemez; "yüce amaçları"na uygun olarak yok eder.

(Haydaa! "Hannibal" filminden söz edeyim derken, nereden nereye geldim!..)

***
Sonuç olarak; film ve (hafif James Bond'laşmış) yeni Dr. Hannibal Lecter beni biraz tuhaf ve kararsız bıraktı.

"Kuzuların Sessizliği" derin bir filmdi.

"Hannibal" ise etkili bir film.

"Kuzuların Sessizliği"nin öyküsü çok sağlamdı.

"Hannibal"ın sinema dili iyi...

Meraklısı izlesin. Ama midesi ve zihni şiddet öykülerini kaldıramayanlar salonun kapısından bile geçmesin.

ŞUT

Modern futbol ve istikrar
Tam Emre'yle Okan'ın Inter'le anlaştıkları anlaşıldığı sırada internetteki Onefootball sitesinde Simon Kuper'ın "En İyilerin Ortak Yönü İstikrar" başlıklı yazısı çıkmıştı. Kuper'a göre bu açıdan Avrupa'nın en başarısız takımlarının başında geliyordu Inter...

TV'de 90 Dakika programında bu yazıdan biraz söz ettim, ancak genç okurların gönderdikleri mektuplara bakılırsa, ayrıntıya girmemi istiyorlar.

Bizde ünlü kitabı "Futbol Asla Futbol Değildir" ile tanınan Kuper "Futbolda başarının sırrını çözdüm" diyerek başlamıştı yazısına.

Real Madrid, AS Roma ve Manchester United'ı yakından takip ediyor Kuper.

Ve şu nokta dikkatini çekiyor: Önce kendi genç futbolcularınız ve gençken aldıklarınızla sağlam bir takım oluşturuyordunuz; sonra da bu kadroya transferle ek yaparken "büyük" oynuyordunuz...

Sanılanın aksine, büyük transferler yapanlar değil, çok çeşide ve fantaziye kaçanlar başarısız oluyordu; çünkü takımın ana kadrosunun istikrarlı yapısı bozuluyordu. Roma'nın başarısında takımın Totti, Candela, Delvecchio, Tommasi, Cafu gibi oyunculardan oluşan iskeletinin dört yıldır birlikte oynamasıydı. Bu iskeletin üzerine Batistuta'yı almak, tatlının üzerine kaymak koymak gibiydi...

Real Madrid yıllarca transfer fantazilerine kendini kaptırmış, genç oyuncularını küçümsemişti. Del Bosque ve Valdano ikilisinin başarısı bu tutuma son vermekten geçmişti. Hatta geçen transfer sezonunda Madrid yönetimi golcü almak istemiş, Del Bosque karşı çıkmış ve Morientes ile Raul'a sahip çıkmıştı. Zaman onun haklılığını kanıtladı.

Neyin yanlış olduğunu anlamak için İtalya'da Inter'e, İngiltere'de Chelsea'ye bakmanız yeterli diyor Kuper.

Bu bakış açısını kendi ligimizden örneklendirmeye ne dersiniz?

AYNA
Çocuklarımıza çoğu kez kendimizi uyutan ninniler söyleriz.

HALİL CİBRAN

 
Gündemi en çok nereden takip ediyorsunuz?

İnternet Haber Portalları
Günlük Gazete
Televizyon
Radyo

 


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır